DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Üsküdar Olsun Adın / Elif Ekşi Zorer

İçinde Üsküdar tınısı olan bir şarkı çalıyor gece… Bir şarkı söylüyor karanlık, yıldızlarından keman sesiyle parıltılar döken, bir parça ney nefesi fısıltısıyla rüzgârlı gök.

Notalarının ismini dahi bilmediğim bir müzik, tercümanı oluyor kalbimin. Sözlerine imzalar atan bir tebessümle dinliyorum seni. Sen ki, ey ömrümün kehribar sarısı, hüzün rengi… Sen ki, benim dünyamın o kıymetliler kıymetlisi, Üsküdar kılıklı çiçeği. Kız kulesini yüreğinde taşıdığından mıdır bu nazın, sitemin? Ah benim kıyıya vuran dalgalarından, ciğerlerimin bayramını mübarek eden Üsküdar kokulum. Nicedir burnumun direği sızlar, nicedir bilmez bayramları yüreğim… Gece gece geldin aklıma, lügatimin hüzünlü harfleri uyandı, toplanıp seni konuşurlar duyar mısın bilmem ki? Hep onların yüzünden, senin çay sevdan geldi de aklıma, kalktım bir çay daha aldım, ”içelim” derdin sahi, “en çok konuşmazken çay içelim, hatırı kalır çayın, gücenir, demi kaçar, bozulur” derdin… “Bir çay kadar olamadım, o pamuklarla kaplı yüreğinde” diye, sitemler edip biber serpmeyeyim geceye… O, biberlerden daha acı hasretine… Öyle ya ”senin bir bildiğin vardır” demek dilimize pelesenk olmuş…

Üsküdar dedik değil mi, Üsküdar deyince akan suları durur yüreğin, ne zaman nefes alamaz durumda kalsam, bitkisel hayatta hissetsem kendimi, Üsküdar solunum cihazı olur bedenimin… Bir nefes alırım ki, sahile sinmiş o deniz kokusuyla, bir can gelir ki canıma martıların kanatlarından serpiştirdiği mutluluklardan, sorma gitsin… Sonra kız kulesine bakarken feri gelir gözlerimin, teşekkürlerin biri bin para, sıralanır ardı ardına… Şükür yarışına girerim martılarla, bir de güvercinleri kıskanırım, Çengel’e doğru yürürken, o lezzetin teşekkürünü güvercinlerden öğrenirim kafamı sallaya sallaya…

Bir de Mihrimah Camii var; aramızda ne sırlar var, ah bir bilsen, çok ağlamışlıklarım var orda yağmurlarla karışmış, kapıda ki mendil satan o çocukları bahane ederim gözyaşlarıma bazen, soran olmadan söyleyiveririm ya hani ”çocuklara ya çocuklara duygulandım” diye, oradan belli oluverir gizlediğim… Duâlarımı Mihrimah Sultan’ın kulağına fısıldarken, tutamıyorum kendimi ne yapayım… Emanet ettiğim duâların bir paragrafında hep adın var, duâ, duâ, duâ… Duâ tabi ya, duâdan gayrı ilâç olur mu gönle… Derde dermanı, dertten nasiplendirenden niyaz etmekten pek tabiî ne olur ki… Bu sebeptendir ki; Mihrimah Sultan Camii, yaralı yüreklerin şifahanesidir zannımca…

Üsküdar yaşanmadan anlatılmaz şüphesiz, havasını solumadan bilinmez tadı, balıkçıların sahil süsleyen sesli sesli konuşmalarından rahatsız olanlar bilemezler meselâ, ne anlatsan kâr etmez. Sen gider vapurdan inen o telâşlı insanların sevimli görüntüsünden bir cümle yazarsın, parantez içinde (hayat acı ve kahkahayla gezen insanları, aynı yerde taşıyacak kadar güçlü ve aynı kollarla sarılacak kadar adaletli) dersin, anlamak istemeyen bilmez o detayın inceliğini… O detayda; hislerimizin acı dolu olanlarıyla, neşe dolu olanları aynı yüreğe sığdırdığımızı bilmez. Aynı adaletle ve aynı güçle onlara sarıldığımızı anlayamaz..

Üsküdar’ı kalabalığıyla suçlayan, ne desen sevemez… Kıyamam ben, ne Üsküdar’a, ne sana… Her rengiyle taşırım yüreğimde, yük bilmeden, söylenmeden severim… Kalbime bir ikram derim de içerim, kâh dertli dertli bir kahve, kâh demini alan bir çay gibi keyifle… Yeter ki sen, yeter ki kehribar sarını sür yüreğime, Üsküdar olsun adın… İstanbul’u varlığıyla şiir eden Üsküdar’ı ol, mısra mısra dokun yüreğime, şairi ol hislerimin…

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 30 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları