Bilgisayar / Heybet Akdoğan

“Demirciiieeee, demirciiieeee… demir alıyorum, eski demir alıyorum, hurda demir… demirciiieeee!”
Kendisini anlatmaya yorucu bir işti demesi yetmiyordu. Yalnızca bu işin yapan bilirdi!.. Ezilmenin, yoksulluğun; yazın sıcağının, kışın soğuğunun çilesini en çok da hurdacılık işini yapanlar biliyordu. Her gün sokaklarda avazı çıktığı kadar bağırmak… Yazın hurdacı diye bağırırken alnından akan terin tuzlu bir tatla ağzına akmasını!.. Kışın soğuğunda üşümüş bir boğazla bağırırken; yükselen sesin boğazı ne kadar yaktığını en somut hâliyle o yaşıyordu. Eskiciler yaşıyordu. Vakit öğleni gösteriyordu. Sabahtan beri sokak sokak dolaşmasına rağmen bir tane hurda demir parçası koyamamıştı tahtadan yapılma tekerlekli arabasına. “Bugün işler kesat.” dedi ama yine de şükretti. “Akşama daha var. Mahalle mahalle, sokak sokak dolaşmaya devam ederim belki bugünkü rızkımız akşam vaktine doğrudur.” dedi içinden. Hava çok sıcaktı. Aylardan eylül olmasına rağmen yazın sıcağı etkisini sürdürüyordu. Ayaklarının yürümekten davul gibi gibi şiştiğini ayakkabılarını zorlayan parmaklarından anlıyordu. Ayaklarının acısına zaten alışıktı. Sırtı, koltuk altları sırılsıklamdı. Uzamış sakalları yüzündeki terin ıslaklığıyla iyice kaşınıyordu. “Ah!..” dedi. “Tek çocuğumun; tek evlâdım olan oğlumun benden istediği bilgisayarı bir alabilsem!.. Keşke işler çok olsa; günlerce, haftalarca şehrin her tarafını dolaşmaya razıyım. Biraz para biriktirip o zaman oğluma bir bilgisayar alabilirim.” Oğlu Mehmet’in bu isteğini yerine getiremediği için yine de şükretmek yerine isyan etmek istiyordu. Oysa yıllardır hiçbir zaman yoksulluğuna isyan etmemişti. Ama oğluna bilgisayar alamamasına çok içerlenmişti. Oğlu Mehmet lise ikinci sınıftaydı. Öğretmenleri üniversite sınavına hazırlanmalarına faydası olması için ve bazı ders konularını internet üzerinden detaylıca araştırmaları için öğrencilere bilgisayar sahibi olmalarını tavsiye etmişlerdi. Özellikle Mehmet’in sınıfında birçok arkadaşı bilgisayar almıştı. Fakat Mehmet’in babası hurdacılıktan kazandığı parayla ne bilgisayar ne de bilgisayara bağlanacak interneti satın alabilirdi. Mehmet derslerinde başarılı bir öğrenciydi. Özellikle sayısal dersleri daha iyiydi. İçe kapanıktı ama efendiliğiyle, derslerdeki başarısıyla öğretmenleri tarafından takdir ediliyordu. Sınıftaki arkadaşlarına en çok sayısal derslerde yardımcı olur ve her konuda paylaşımcı olmaktan ödün vermezdi. Üniversite sınavını kazanmayı ve matematik öğretmeni olmayı çok arzuluyordu. Öyle ki; ikinci sınıfta olmasına rağmen işi son seneye bırakmadan daha şimdiden başlamıştı üniversite hazırlık sorularını çözmeye. Okuldaki ve sınıftaki arkadaşlarının teneffüs aralarında bilgisayar hakkındaki konuşmalarını dinlemek istemiyordu. Fakat dinlemek zorunda kalıyordu. Dinledikçe çok üzülüyor ve bu konuda eziklik yaşıyordu. Babasının ekonomik durumunu biliyordu. Bu yüzden evde bilgisayar konusunu hiç konuşmazdı. Lâkin bilgisayarı olmadığı için kendini kahrediyordu. Gün akşama varmıştı. Hurdacı Halil nihayet girdiği bir küçük sokakta, kapının önüne bırakılmış bir buzdolabı gördü. Evin zilini çaldı. Buzdolabını almak için müsâde istedi. Ev sahibi zaten herhangi bir hurdacının alması için buzdolabını kapının önüne bıraktığını söyledi. Dışının boyası köpürmüş olan buzdolabını tablasına yüklediği gibi evin yolunu tuttu. “Bugünlük kısmet bu kadarmış, yarına Allah kerim.” tesellisiyle ve sızlayan ayaklarıyla tablasını itmeye başladı. Vücudundaki ter akşamın serinliğiyle kuruyarak eve ulaştı. Eşinin hazırladığı akşam yemeğini yedi. Ayaklarını yıkayıp, minderin üzerine oturdu. Bedeninin ne kadar ağırlaştığını oturunca fark etti. Oğlu Mehmet odasında ders çalışıyordu. Babasının yorgunluktan çektiği “of… of” seslerinden eve geldiğini anlamıştı. Babasının yanına gelerek selâmladı. Hurdacı Halil mahcup bir şekilde oğlunun selâmına karşılık verdi. Oğlunun yüzüne bakamıyordu. Baksa ağlayacaktı. Mehmet bir süre babasıyla konuştuktan sonra dersine devam etmek için odasına çekildi. Hurdacı Halil, eşi Zehra ile hem dertleşti hem gülüştü. Sonra herkes uyumak için yatağına çekildi. Baba Halil’in gözüne uyku girmiyordu. Oğluna alamadığı bilgisayarı düşünüyordu. “Allah’ım sen bana yardım et, duy sesimi! Oğluma bir bilgisayar almak için bana yardım et.” Dualar kalbinden dökülürken gözlerinin nasıl kapandığını hiç fark etmeden uyuyakalmıştı. Halil her sabah Mehmet okula gitmeden önce uyanır, oğluyla ve eşiyle kahvaltısını yapar, oğlunu evin çıkışında okuluna yolcular ve sonra hurdacı arabasını iterek rızkını aramaya koyulurdu. Ama bu sabah Hurdacı Halil için sanki başka bir günün başlangıcıydı. Kalbinde bir mutluluk, ruhunda bir başka ferahlık duyuyordu. Arabasını itelerken düşünüyordu ama bir türlü neden mutlu olduğunu anlayamıyordu. “Vardır bunda da bir hayır.” tefekküründe bulundu. “Demirciiieeee… hurdacııııı… eski demir alırım, demirden eşyalar alırım.” diyerek; ” O sokak senin bu sokak benim” dolaştı. Az ötede uğramadığı bir sokağı; tepeye kurulmuş binalardan görüp anladı. Yolu yokuştu. “Allah’ım, bu tablayla şu yolu nasıl aşarım” diye düşündü. Ancak ekmek parası için bu yokuşa çıkması lazımdı. “Bismillah!” dedi ve yokuşa doğru yola devam etti. Yokuşu hurdacı arabasıyla çıkarken nefes nefese kalıyor, dinlenmek için duramıyordu. Dursa araba geri geri gelecekti. “Hay Allah!” dedi. Kenarda köşede tablanın durmasını sağlamak için; lastiklerden birinin arkasına koymak maksadıyla taş bile yoktu. Az da olsa bir nefes almanın imkânsız olduğunu kabullendi. En kârlısı bu yokuşu en kısa zamanda aşmaktır diye düşündü. Yokuşu geride bıraktığında karşısında düz bir sokak gördü. On dakika kadar soluklandı. Kollarının ve dizlerinin yorgunluktan sinirleri boşalmıştı, titriyorlardı. “İnşallah bu yorgunluğumun karşılığını birkaç hurda bularak alırım.” diye dua etti. Sokağı ilerlerken kaldırım üstüne yığılmış eşyalar gördü. Yılların vermiş olduğu göz tecrübesiyle, karşıda yığılı olan eşyaların içinde metal parçalar olacağını sezdi. Sevinçten yorgunluğunu unutarak hızlandı. Hurda eşyalarının yanına yaklaştıkça yüzü gülüyordu. Arabasını eşyaların yanına çekti ve başladı hurdaları incelemeye. Demirden sandalyeler, kapısı kırık bulaşık makinesi, otomobil tekerleklerinin cantları ve daha neler neler… Hurdaları tablasına yüklerken eşyaların altında gördüğüne inanamadı. Eski model bir bilgisayar; kabloları, klavyesi ve faresi ile beraber hurda eşyalarının altındaydı. Gözleri doldu, dizleri büküldü, parmakları kıpırdayamadı! Rüya mı görüyorum diye içinde bulunduğu andan kuşkulandı. Titreyen eliyle bilgisayara dokununca rüya görmediğine inandı. Arabasına yüklediği birkaç sandalye ve bir bulaşık makinesinden sonra bilgisayarı, evlâdını bağrına basar gibi kucakladı. Tozlanmış bilgisayarı öptü ve kablolarıyla birlikte arabasına koydu. Geride kalan eşyaları sevinçten almadı. Oysa bugün onun için çok bereketli bir gündü. Ama Halil’in o an; tüm bereketi aylardır oğluna alamadığı bilgisayardı. Hemen evin yoluna doğru yöneldi. Sanki yürümüyordu; kuş olup uçarcasına bir an önce eve varmak istiyordu. Yolda: “Aldım, aldım… sonunda oğlum Mehmet’e bir bilgisayar aldım. Artık oğlumun da bilgisayarı var…” Kendi kendisine konuşarak bilgisayarı yüklediği hurda arabasını itiyordu. Eve varınca kapıyı çaldı: “Seher!.. kız Seher!.. kapıyı aç kapıyı…” Sevinçle bağırıyordu! Seher kapıyı açınca kocası Halil’in kucağındaki bilgisayarı gördü. “Halil yoksa oğluma bilgisayar mı aldın?” “Aldım… buldum, çok şükür artık oğlumuzun da bilgisayarı var.” Bilgisayarı Mehmet’in odasına götürdüler. “İyi de Halil bu bilgisayar eski görünüyor ve üstü çok tozlu. Çalışır mı acaba?” Halil yaşadığı mutluluktan dolayı bilgisayarın çalışmamasına ihtimal vermiyordu. “Çalışır tabi, neden çalışmasın.” Seher bilgisayarın tozunu aldı. Karı-koca oğlunun okuldan gelmesini bekliyorlardı. Kapının çalınışından Mehmet’in geldiğini anladılar. Halil minderin üstüne oturmuş, önünde keyif çayı yudumluyordu. Mehmet’i görünce: “Oğlum odana girip bir baksana ne göreceksin?”
Bilgisayar Mehmet’in aklının ucundan bile geçmedi. Annesi de ısrar edince Mehmet çok heyecanlandı ve odasının kapısını açınca ders masasının üstündeki bilgisayarı gördü. “İnanamıyorum…blgisayar. Odamda bir bilgisayar. Bu benim bilgisayarım.” Mutlulukla yükselen ses tonu evi titretirken Mehmet’in, babası ve annesi sevinçten ağlıyordu. Mehmet önce babasına sonra annesine sarıldı. Babasına teşekkür ettikten sonra bilgisayarını çalıştırmak için odasına geçti. Bilgisayar çalışıyordu. Eski olmasına rağmen çalışıyordu. Mehmet artık bu bilgisayarla derslerine ve üniversite sınavına daha verimli çalışabilecekti. Bundan sonra arkadaşlarının bilgisayar sohbetlerine eşlik edebilecekti. Halil, eşiyle birlikte hâlâ mutluluk çayını yudumluyordu. Mehmet oturma odasına gelerek: “Baba bilgisayar için internet lazım. İnternet bağlamamız gerekiyor. Her ay parasını ödemek şartıyla internet satın almamız lazım.” dedi. Halil’in kısa sevinci yüzünde asılı kaldı. İnternetten hiç haberi yoktu. Her ay telefon parasını ödemekte zorlanan Hurdacı Halil için İnternet parası büyük bir masraftı. Mehmet babasının boynunun büküldüğünü gördü ve anladı. “Üzülme baba!” dedi. Haftasonları, internet parası için bir iş bulurum, ben öderim. Okulumu da etkilemez. Zaten üniversite sınavına daha çok zaman var.” Babası çaresizlikten bir şey diyemedi. Mehmet haftasonları çalışmak için lokantıcıda iş bulmuştu. Bulaşık yıkıyordu. İnternet parasını artık ödeyebilecekti. Hafta içi okuldan sonra; bilgisayar başında ders konuları için araştırmalar yapıyor, farklı soru testlerini kolaylıkla elde edebiliyordu. Bir süredir bilgisayar çok işine yarıyordu. Teneffüslerde arkadaşlarından sosyal iletişim kanallarını, bahis sitelerini, arkadaşlık sitelerini ve oyun sitelerini öğreninceye kadar her şey beklenildiği gibiydi. Gün geçtikçe Mehmet, odasında artık ders çalışmayı boşlamıştı. İnternette arkadaşlarının söylemiş oldukları sitelere kendini iyice kaptırmıştı. Lokantada çalışmasındaki mecburiyeti hâlâ aynıydı ama niyeti farklıydı; derslerine yardımcı olacak bilgisayarın internet faturasını ödemek için değildi. Bulaşıkları yıkarken para kazanmasının gâyesi oyun, arkadaşlık ve bahis sitelerine girip, zaman geçirmek içindi. Hurdacı Halil’in ise keyfine diyecek yoktu. Oğlum, odasında bilgisayarı sayesinde derslerini daha iyi çalışıyor bu gidişle üniversiteyi kazanacak ve büyük adam olacak hayallerini kuruyordu. Beni de bu çileden kurtaracak umuduyla; sokak sokak dolaşarak hurda toplamaya sabırla devam ediyordu. Zaman çabuk geçiyordu. Okul tatile girmişti. Öğrenciler karnelerini almıştı. Halil, oğlum bana en iyi karneyi getirecek diye bekliyordu. Fakat Mehmet’ten hiç ses seda yoktu. “Oğlum karnen nerde, sınıfı hangi dereceyle bitirdin? Getirsene karneni görmek istiyorum?” Mehmet’in bu yalanı saklama lüksü yoktu. Hem saklasa bile nereye kadar gizleyebilecekti. Karneyi gören baba, oğlunun sınıfta kaldığını anlamıştı. Oğlunun artık okumak istemediğini Mehmet’in ağzından sonunda duymuştu. “Almadım… almadım, buldum. Oğluma bilgisayar buldum ama onu da kaybettim. Oğlum bilgisayarına kavuştu ben de onun için kurduğum hayallere hasret kaldım.” diye üzülüyor, güneşin altında kavrulan yolların ne kadar ısındığını dibi incelmiş ayakkabılarından hissediyor ve hurdacı arabasını iterek yolları aşındırıyordu.
“Demirciiieeee!…hurdacıııı… eski demirler alırım… demirden eski eşyalar alırım!” sözlerini haykırmaya devam ediyordu. Sesi duyanların anladıkları, işittikleri gibiydi. Hurdacı Halil’in yanan yüreğinde tutuşanlar ise bambaşkaydı.
Hurdacı Halil yüreğinden: “Ölene kadar demir toplamalıyım. Daha çok hurda bulmalıyım. Okuyacak oğlum da kalmadı. Bilgisayar değil, satılacak hurda eşyalar bulmalıyım.” sözlerini geçirerek ayaklarına güç veriyordu.