Su/suyorum / Ayşe Karaca
Ey sevgili..!
Senden ayrı geçen her ânı,
Şeb-i yelda saydım,
Can’ımdan Can gitti de ikrârdan dedim,
Kalbime sükût libasını giydirip…
Ayrılık ateşini iştiyak kandilinde yaktım…
Şikayeti tesbih edinen dillere inat,
Terk-i kelam ettim ve ben su/suyorum…
Son günlerde daha çok hissediyorum; sol göğsümde bir boşluk var, sanki topu topu avuç içi kadar. Ve o boşluk, muazzam bir aşk ile yırta yırta bedenime doluyor. İşte bu gönül diyor, gözbebeklerime taht kuran melekler.
O an bir anlam kazanıyor duyduklarım, gördüklerim. bildiklerim ve bileceklerim.
Telaffuzu çok kolay olduğundan dil de söylerken hiç zorlanmıyor. Adı üstünde tam kırk yıl… ve kırk yıl adım adım yalnızlık.
Adına senfoniler şarkılar bestelediğimiz, şiirler yazdığımız yalnızlık. Ucunu bucağını tükettiğim, zamanın hangi yansımasına düştüğünü bilmediğim sensiz tam kırk yıl… Yitip giden o kırk yıl. Kırklı yıllar…
Bu yol nereye gider? Diyorum. Kendi sorumun cevabını ben de bilmiyorum fakat ben yine de yolun suskunluğu kadar gidiyorum.
En derine en geçmişe, en bilinmeze. Kim bilir belki de hayatımın renkli karelerine doğruydu bu yolculuk. Bu şekilde geçiyorken yaşam denen sürgün günleri; ben de şekilden şekile geçiyorum. Bu geçiş, suyun katı halinden sıvı haline geçişi gibi.
Şöyle bir düşününce şu an ki hayatımın ne fark vardı ki çocukluğumun örgülü saçlarından. O zaman annem örerdi saçlarımı çekiştire çekiştire…
Şimdi senin yokluğun karşısında bin bir varsayımlar örüyorum, mazeretler sıralıyor acısını harmanlıyorum. Hasretinin bir ucundan tuttum, sağdan soldan atıyor kendimce örüyor,adının baş harfinden papatyalardan taçlar yapıyor, kendim takıyorum saçlarıma. Sanki sen takmışsın gibi hayal ediyorum.
Aklımdan geçmiyor değil. Yoksa şeklim duygularım değişirken her gün ben de değişiyor muyum? Yoksa asılı kalıyordum da zamanın geçerken bıraktığı izlerinde; benim haberim mi olmuyordu?
Cân…
Sahibi olmayan mektuplar gibi sana olan özlem. Yazıyorum ama yollamıyorum, yollasam adresi bilmiyorum. Bir ismin var ben de bir de gülümseyen yüzün. Ilk gördüğüm de O naif gönlünden dökülen kelâmlar bir anda ruhuma aktı. Öyle ki sol yamacım eridi aktı.
Ah..! Benim batmayan afitabım, aşktan yana muzdarip gönül bağımdan fışkıran, kördüğüm olmuş çile yumağım. İç yangınlarımın kor yığını, içim ağlıyor. Dışım sen diye çağlıyor. Gelen gidiyor gün gelir,sende gidenlerden olacaksın biliyorum, lâkin gidenin gittiği değil, yalnızlık denen infilâk sancılarım beni yakıyor…
Ve ben yine de terk-i kelâm ediyor, susmayı tercih ediyorum. Kim bilir belki de çocukluğumun örgülü saçlarıyla elinde elma şekeriyle birlikte. belki gelirsin diye su/suyorum..