Geceyi Aldatmak / Gülüm Çamlısoy
Yeni bir bildirge yayımlamanın zamanı gelmiştir, talebiyle kör ve kurşun kalemimi açıyorum perde perde hem de pas tutmuş kalemtıraşıma rahmet okuyup yoksa küt mü olmalı ucu kalemin? Belki de perde çekili gözlerine minik noktalar da kondurmalıyım ve usulca da bir öpücük. Ne de olsa o yazacak ve ben merakla bekleyeceğim, bakalım derdi neymiş, demenin hâsıl olduğu bir serkeşliği en yüksek perdeden çalmasına da izin verdiğim pilli radyom.
Ne de demode bir insanmışım, demenin hazzı mıdır içimi körükleyen yoksa akıllı cep telefonuma duyduğum düşmanlığım mıdır da reddediyorum aşırı yükleme yapmanın sonunda insan soyunu kuruttuğunu…
Ola ki bir işim düştü İstanbul sokaklarına, akranlarıma benzememenin verdiği esef ve olmayan haset ile adımlıyorum hızlıca: geçtim akranlarımı, annem ve babam yaşında kim varsa beni hor görüyorlar ben cep telefonumu sadece konuşma amacıyla kullanırken ve kısa kestiğimin de kaydı zaten gelen fatura dökümü ve uzun boylu telefon konuşmalarımı hala ev telefonundan yapmanın rehaveti çökmüş iken üzerime, iki arada bir derede kesilen hat ile de nasılsa pekiyi aram.
Bir tükenmez kaleme olan minnet borcum ve divane kullanımı yine uzun ölçekli ne ise karaladığım üstelik edebiyat ile de hiç ilgisi olmayan. Ne de olsa yazacak bir şeyler bulma huyum pek bir hava katmıştır dünümün tarihinden bu güne erişen. İşin şakası bir yana, mevsimsiz sorular sunmak istiyorum: öncelikle aklımın bekçilerine atıfta bulunduğum sonra da sokağın müdavimlerine hayret dolu gözlerle baktığım.
Geniş bir perspektif getirmek istemiyorum öte yandan. Ne yolun sonundaki çıkmaz sokağı mesken tutan o evsize ne de gittiğimim alış veriş merkezinin içinde kap kaça uğramaktan kurtulduğum o son an. Hani olur da afacanlar güvenliği atlatıp dalmıştır içeri sonuçta suçları değil ki bariz ortalarda kafalarını güzel kılan maddeleri kullanıp ona buna saldırmaları yine de çantama son anda sahip çıkmak kısa süreli bir adrenalin yükselmesi yaşattığı için az da olsa sendelemedim hani yürüyen merdivenlerde. Konunun açılımı ne bizlerin tüketim lüksü ne de o sahipsiz çocukları suçlu addetmek gelin görün ki; bir dengesizlik hâsıl olan ve her nasılsa ayrıştırdığımız kimlikler var. Benzemek ya da itham ve sıfatlarla bezemek belki de muhalif yapımız ile kendimizi dokunulmaz ilan ettiğimiz.
Ucundan tutsak keşke ama sahip olduğumuzun değil, asla sahip olamayacağımız ne ise çekiştirmek bir yerlerinden sonra da el ele verip yeni sahiplerini bulmak bu, sahip olamadığımız ne ise. Mesela, biraz duyarlılık ve bireysel çabalarımızla bile olsa toplumsal hoşnutluğa uzanan genel bir çözüm üretme stratejisi.
hafriyat kamyonunun altında kalmamız çok olası zaten başımız hep önde ve kurcalarken akıllı ekranı, görünen o ki; aklımız hepten başımızdan gitmiş oysa ki o akıllı cihazların mucidi de bir insan.
Zamansız bir aktarım da olabilir öte yandan ve bizler enerji yüklemesi yapıp; artı ve eksi yönlerde dağıtıma gittiğimizde yine iki taraflı bir etkileşim.
Mizansen nasıl ki uygun ve direnç gösteren bizler nasıl ki öfkeli ve kaygılıyız pek de kolay olmasa gerek, içimizin şablonuna uygun resimler yerleştirmek ya da görünen manzaraya uymak ve dâhil olmak adın, kıt kanaat edindiğimiz mutluluğu ve sevgiyi pay etmek.
Hayli gösterişli egolarımızla salındığımız nasıl ki aşikâr ve uyuttuğumuz iç sesimize binaen yalnızlığın alarmını kurup, benliğin tok sesi ile de gerildiğimizin kanıtıdır ne zaman ki eskiye yâd edip an’ımızda mutlu olmadığımızı da haykırmak.
Dar ölçekli bir görüş de olabilir yine bizler içimizi yerken biz dış seslere de kulak kabartabilmenin yükünü pay ederken yine bozulan dengelerde, kuru sıkı bir tebessümü yok saydığımız kadar yok sayıldığımızın da beyanı iken, karşılıksız kalan bir selam…
Bazen fevri, bazen gösterişli bazense lakayt sanırım ruh halimiz hep kaygan bir zeminde ve muğlâk algılar sayesinde de değişebilmekte hissettiklerimiz ve hissedilmesine sebebiyet verdiğimiz.
Bitiminde günün, kısa bir özet geçmek adına o son zaman diliminde günün ve çoktan verdiğimiz kayıpların üzerinden zaman geçmiş olsa da -belki bir dakika belki bir gün belki bir asır addedilen- soluksuz kaldığımız ve pişmanlığımızla yüzleştiğimiz.
Yeniden kuralım o zaman alarmı ama sadece içimizin huzura kavuşması adına, dingin olmaya aday bir ruh hali ile de yaşamaya dair bu anlamda ne kadar uzak kalsak iyidir içinde bulunduğumuzun asrın gereklerine yoksa geç kalmışlığımızın da ispatıdır hani, elimizden kaçan fırsat ve mutlulukları yeniden dilemek Tanrı’dan belki de kendimize yabancı kaldığımız son zamanlarda, yüreğin alâmet-i farikasıymışçasına, kendimizi sevmekten ve duyumsamaktan men edip, birer mekanik beden taşıdığımıza delalet iken her kurgulu düşüncemiz.
Zaman donuk madem yoksa gözbebeklerimiz mi donuk bir tema ile süzmekte etrafı?
Bir katremiz dahi önemli iken evren ölçüsünde, delirmeden bağdaş kuralım huzuru ve birbirimizi yakalamak adına söz verdiğimiz Tanrı’yı yanıltmaktansa yeni baştan başlamak umut dolu bir geleceği de kucakladığımızı varsayıp…
Donuk bir gökyüzüne meyilli üç beş yıldızdan da ibaret değil hani gece ve gündüz asla bir aldatmaca olmamalı yeter ki içimizin gündüzüne inanıp, geceyi bile aldatmaya kararlı iken…