DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Amele Pazarındaki Çoban -1 / Mustafa Alagöz

Eskiden Iğdır Ovası’nda büyük ölçüde pamuk ekilmekteydi. Aras Irmağı’nın bin yıllardır taşıdığı verimli alüvyon toprakları sayesinde buralarda her şey yetişirdi. Sıcak ikliminden dolayı halk arasında buraya doğunun Çukurova’sı denmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda ovada çeltik tarımı da yaygındır. Sonradan yetkililerce sıtmaya karşı alınan önlemler dâhilinde çeltik ekimine son verilmiştir. Böylece pamuk üretimine daha da ağırlık verilmiştir. Pamuğu fabrikada işleyen, çiğidini ayıran, pamuğu tekstil fabrikalarının olduğu büyük şehirlere gönderen, hatta ihracat yapan çok sayıda zengin tüccar belirmiştir. Bu tüccarın bir kısmı Iğdırlı iken bir kısmı da civar illerden gelip buraya sonradan yerleşmiştir. Pamuk ekimi uzun yıllar devam etmiş, şehirde pamuk ticareti ile zenginleşen bir esnaf sınıfı belirmiştir. Böylece şehrin her tarafında çok sayıda çırçır fabrikası diye tabir edilen pamuk işletim fabrikaları inşa edilmiştir. Bu durum şehirde bir refah dönemi de yaşatmıştır.

Sonraki yıllarda gerek iklim değişikliği nedeniyle ağustos sıcaklarının azalması gerekse halkın şeker pancarını daha kazançlı görmesiyle pamuk üretimi azalmış, nihayet sonlanmıştır. Bu gün şehrin hemen her tarafında görülen ve çürümeye terk edilmiş durumda olan cırcır fabrikaları o dönemin şaşaasından günümüze izler taşımaktadır. Özellikle şehrin il olmasından sonraki zaman zarfında söz konusu fabrikaların yerlerinde apartmanlar yükselmiştir. Geri kalan fabrika ve kerpiçten yapılmış eklentileri ise hali hazırda tinercilerin yuvası olmuştur.

O tarihlerde ova köylerinde ne kadar tarla varsa hemen hepsine pamuk ekilirdi. Yaz başında pamuk bir diz boyu yükselmeye, gölge vermeye başladı mı? Pamuk tüccarları ovayı dolaşır, köylülerin pamuğuna rayiç miktar üzerinden bedel biçerlerdi. Herkes ne kadar pamuk elde edeceğini geçen yılların deneyiminden bilmektedir. Tarlanın ebatları hesaplanır, pazarlıklar yapılırdı. Kime ne kadar para verileceği böylece belli olurdu. Bu paranın bir miktarı avans olarak verilir, çiftçi de bu avansla işini görürdü.

Yazın ortalarına doğru hava iyice ısınırdı. Yayla imkânı olanlar yaylaya çıkardı. Yaylaya çıkaracağı hayvanı olmayanlar ise çocuklarını sıtmaya yakalanmasın diye akrabaları ile beraber yaylaya gönderirdi. Böylece çocuklar ovanın sıcağından ve sıtmasından kurtulmuş olurdu. Koza pişiren dedikleri kuru sıcaklar ağustos ile başlardı. Ağustos sonundan itibaren kozalar beyaz gül gibi açılırdı. Tarlalar beyaz birer bulut olur, yere çömelirdi.

Kerim Bey, yaz bitti mi pamukları toplamış, çırçır fabrikasında işletmiştir. Kış başlamadan çiftçilerin kalan parasını dağıtmak için köy köy uçsuz bucaksız ovayı dolaşmaktadır. Ovaya serpilmiş köyleri birer birer dolaşıp gezmektedir. Bir gün dönüş yolunda karanlığa kalır. Dağların ovayla bitiştiği çizgi üzerindeki köylerinden birinde bir eve gece misafir olmak zorunda kalır. Bu ev Ahmet’in evidir. Ahmet tarlası, çifti çubuğu olamayan fukara bir köylüdür. Üç çocuğu vardır. Yaz boyunca yüksek yaylalarda çobanlık yapmaktadır. Sadece yaz bitiminde ailesiyle köye gelmektedir. Yazları onu çoban tutan ağanın yaylasına ailesi ile birlikte gitmekte, böylece ömrü yaylalarda geçmektedir. Çocukları bu yaylalarda doğup büyümektedir. Eşi bu yaylalarda Ahmet’ten yeni çocuklarına hamile kalmaktadır.  Yaylada çadırı ağasının çadırının yakınına kurulur, eşi ağanın koyunlarını sağarak yazı geçirmektedir.

Ahmet halinden çok memnundur. Gönlü ferahtır. Bu yaz da çobanlığın yüzünün akı ile bitirmiştir. Yaz çobanlık süresi bitince kış çobanlığı birkaç gün sonra başlayacaktır. Ahmet iyi çobandır. Hem kendisi hem de eşi helal çalışmaktadır. Dedikodu bilmezler. Eski ağalarının ev hallerini yeni ağalarının ev halkına asla anlatmazlar. Köyün bu zenginlerinden hep duacıdırlar.

Ahmet birkaç gündür evdedir. Yeni çoban olacağı ağasının sürüsünün kışlağa inmesini beklemektedir. Sürü Sinek Yaylası’ndan inmektedir.  Yolculuk bir hafta on gün falan sürecektir. Yaylalara kar yağmaya başlamıştır. Ağrı Dağı’nın aşağı etekleri köyün kışlağıdır. Sürü yayladan inip törenle, koç katımı merasimi ile kışlağa geçecektir. Böylece Ahmet yeni görevini devralacaktır. Bu aradaki birkaç günlük boş zamanında fırsattan istifade evinin sıvasını yenilemektedir. Kış hazırlığını yapmaktadır.

Tek odalı evi vardır. Ev huğ denilen cinstendir. Karasu ırmağının bataklıklarından kesilen çimlerden duvarları örülüp yapılmıştır. Çamurla sıvanmış duvarların üzeri kamışlarla örtülmüştür.

Tek göz evin bir kösesinde şöminesi vardır. Şöminenin dumanı ile odanın beyaz badanalı duvarı ve tavandaki ağaç kirişler isten siyaha boyanmıştır.  Şöminenin içinde ayrıca üç taştan oluşan bir ocak vardır. Ocağın üzerinde çevresi kuru kamış ateşinin dumanından is bağlamış kocaman bir çaydanlık kaynamaktadır. Şöminedeki tencerede ise çorba kaynamaktadır. Evde biri dışarıya açılan diğeri ise mutfak dolabı gibi kullanılan dışarı açılmayan gömme biçimli iki pencere vardır. Evde gaz lambası bir çivi ile evin ağaç direklerinden birine asılmıştır. Yere kuzu yününden iki adet kırmızı keçe serilidir. Bir keçenin hizasını kaplayacak genişlikte fakat kısa olan bir döşek serilidir. Döşekte üç çocuk koyun koyuna uyumaktadır. Yaşları tahminen beş ile sekiz arasındadır.  Çocukların çamurlu ayakları yorganın altından gözükmekte ve kısa yün döşeği aşmaktadır. Gaz lambasının aydınlatmaktan aciz kaldığı evin diğer bir köşesinde iki buzağı bağlanmıştır. Buzağıların gözleri ocakta yükselen alevlere döndükçe birer çift köz gibi parlamaktadır. Evin devamında, üstü tavana ulaşmayan bir adam boyu kadar duvar örülüdür. Çünkü ahır tarafı karanlıktan görülmemektedir. Duvarın arkasında iki inek bağlı yatıyor olmalı. İneklerin varlığı hem evdeki iki buzağıdan hem de duvarı aşan mayıs kokusundan bellidir. İneklerin gün boyu derin sazlıklarda otlanıp yorulmuş olduğu, gece boyunca dinlenirken kaygısız derin derin solumalarından belli.

Kerim Bey’in atı evin önündeki ılgın dalına bağlanır. Atın eyeri üstünden indirilir, önüne bir bağ ot atılır. Tanrı misafiri eve alınır. Ahmet misafirini yeteri kadar iyi ağırlayamama kaygısı ile mahcuptur. Fakat eşinin maharetli ellerinde pişen çorbadan yana da gönlü ferahtır. Evvel Allah bu evde değil bir misafir bir müfreze ağırlanır. Çay, çorba içilir. Şömineye biraz kuru ılgın dalı daha atılır. Bir alev tek gözlü evi ve devamındaki ahırı kısa bir süreliğine aydınlatır. Ahmet misafirini uyumadan önce dışarı çıkarır. Hayatın uzak köşesindeki ayakyoluna gitmesi için refakat eder. Yabancıya hırlayan köpekleri uzaklaştırır. Artık soğuklar insanın derisini ısırmaktadır. Kerim Bey elinde ibrikle karanlıktan çıkagelir. Eve girerler. Bu arada Ahmet’in eşi misafirin yatağını ocağın yanına sermiştir. Ahmet ile Kerim Bey ocağa atılan ılgın dallarının ışığında biraz sohbet ederler. Kerim Bey ev sahibine fantezi sigarasından ikram eder. Yatma zamanı gelince Ahmet kapıyı sürgüler. Misafiri yol yorgunudur. Kerim Bey hemen uykuya dalmıştır. Kapının hemen dışında geç saatlere kadar köpek havlamaları duyulur. Sonbahar ortalanmıştır. Dağlardan sürülerin peşinden inen kurtlar nasiplerini evlerin civarında aramaktadır. Bu bazen unutulmuş topal bir kuzu veya kör bir koyun da olabilmektedir.

Aradan uzun zaman geçmiştir. Aras Nehri bir ilkbahar taşmıştır. Ovanın aşağı kısımlarını basmıştır. Ahmetlerin köyünü de sel almıştır. Zenginlerin evleri taştan yapıldığı için nispeten korunmuştur. Fakat Ahmet gibi çobanlıkla geçinen ailelerin evleri çimden yapıldığından sele dayanamamıştır. Sel suları toprak duvarların altını oyarak yıkmıştır. Bütün köy ahalisi ilkbahar mevsimini kırda geçirdiğinden selde can kaybı olmamıştır. Ama komşu köylerde bir iki yaşlı insanın sele kapılıp öldüğü söylentileri ortalıkta dolanmaktadır.

Ahmet selde evinin yıkıldığını ağasından öğrenir. Beli biraz daha bükülür. Kamburu biraz daha sivrilir. Avurtları biraz daha çöker. Neyse ki evde hiçbir eşya bırakılmamıştı. Yaylaya çıkarken eşi bütün eşyaları denkleyerek ağanın traktörüne yüklemişti.

Karasu, ovanın başladığı yerde dağın eteklerinin ovayla bitiştiği yerden sınır çizer, büklüm büklüm akar. Sürüler sulanmak üzere gece vakti Karasu Nehri’ne indirildi. Ağasından izin isteyen Ahmet koyunları ovaya sulamak için indirmişken köye uğradı. Evlerinin yerinde selin taşıdığı, güneşte çatlamış kil tabakasından başka bir şey yoktur. Kil bütün avluyu kaplamıştır. Ahmet’e yeni bir ev yapma işi çıkmıştı. Şimdilik yapılacak bir şey yoktu. Ahmet görevine, sürünün başına döndü.

Yaz nasıl geçti ne Ahmet ne de eşi anladı. Evlerinin hali onları her gün kara kara düşündürdü. Yalnız çocukları neşe içinde yaz boyunca dağ dere oynayıp birer yaş daha büyüdüler. Yanakları güneş yanığından kabuk bağladı. Saçları bakır gibi tel tel sarardı.

Baş çoban, ağasından devletin afetzedelere birer baraka vereceğini duydu. İlkin sevindi ama sevinci uzun sürmedi. Çünkü kendi adına tarlası yoktu, evinin olduğu yer babasının adına tapuluydu. Ancak babasına baraka verilecekti. Bu durum canını iyice sıktı. Eşi küplere bindi, kasıp kavurdu. Ahmet’i pısırık olmakla, babasından tarla alamamakla suçladı. O evden ayrılırken ki yaşadığı kötü anılarını, kavgalarını birer birer hatırlattı. Böylece uzun sürecek kavgaların fitili ateşlenmiş oldu.

Ahmet akşamları hüzünlenir, derin vadilerin dibinde, sürüsünün başında bir yamacına oturur, tütüne yüklenirdi. Yanında köpekleri dururdu. Koyunların ay ışığında karın karına otlanırken ayakaltında ezilen kekik kokusunu derin derin içine çekerdi. Sivrisineklerden dolayı koyunların hapşırması dışında bir şey duyulmazdı böyle zamanlarda.

Sonbaharda evin durumundan dolayı kışlık olarak çoban olmadı. Ahmet evini yapmaya çalıştı. Evin üstüne atacak kamışı eşi ile beraber nehrin bataklıklarından biçip kuruması için yüksek tümseklere çıkardılar. Çimlerden oluşan dört duvar yükseldi yükselmesine de. Ağasının hak olarak verdiği otuz kuzunun bir kısmını sattığı halde para yetmedi.  Her şey tamamdı ama evin üstüne atılacak ağaç yoktu. Bu köyde oldum olası zaten ağaç dikilmezdi. Köyde ağaç adına yabani ılgın ağacından başka bir şey yoktu. Komşu köyden sipariş verildi. Parasının yetişmesi için Ahmet iş aradı. Köyde herkes kendi evini yapmaktadır. İş bulamaktadır. Derken askerlik arkadaşı aklına gelir. Şehre gider. Onun çalıştığı marangoza uğrar. Arkadaşı bu mevsimde geçici iş bulunamayacağını ama isterse amele pazarında günlük iş bulabileceğini ve akşam da evine gidip gelebileceğini söyler. Böylece yaylaların baş çobanı Ahmet artık amele pazarında iş beklemektedir. Bu hali kendine yedirememektedir. Allah’tan eli duvara, sıvaya yatkındır. İş buldukça çalışır. Aldığı ağaçların parasını denkleştirmeye çakışmaktadır.

Belediyenin önünde yaşlı karaağaçlar vardır. Dal budakları kocaman gölgelik yapmaktadır. Yaşlı karaağaçların en yüksek uçlarında leyleklerin yuvaları vardır. Leylekler gün boyu bataklıklarda yuttukları balık ve kurbağaları akşam kaldırım taşlarına pislemektedirler.  Dilenci, ayakkabı boyacısı günübirlik iş bekleyen fakir fukara o gölgede beklemektedir. Amele pazarı da belediyenin önündeki yaşlı karaağaçların gölgesidir. Bir gün gözüne tanıdık bir sima ilişir. Kerim Bey çiftçilerin parasını dağıtmış, boynunda geniş kravatı ile belediyenin önünden mesut yürüyerek geçmektedir. Amele pazarında Ahmet’in siması ona çok tanıdık gelmektedir. Ahmet’in de sanki eski bir tanıdığını görmüş gibi yüzü gülmektedir. Kerim Bey onu hemen tanır. Geçen yıl misafiri olduğu Ahmet’tir bu. Yanına çağırır. Ahmet güleç gelir, merhabalaşırlar. Eline eğilen Ahmet’i Kerim Bey elini kaçırarak engeller. Belediye çay bahçesine davet eder, oturup çay içerler. Ahmet’e hal hatır soran Kerim Bey onun durumundan hislenir. Ahmet üzüntülüdür, durumunu bir bir anlatmaktadır. “Ya, işte böyle beyim, o senin gördüğün dem tezgâh, mal mülk hepsi bir günde yok oldu. Sel aldı götürdü. Ben de böyle fakir düştüm. Yoksa amele pazarında obanın meşhur baş çobanının ne işi olacak. Ne oldum dememeli ne olacağım demeli” der.

Kerim Bey, Ahmet’in dem tezgâh dediği şeyin aslında bir huğ olduğunu bilmektedir. Üç isli taştan oluşan bir ocak, evin içinde bağlı iki buzağı, yer yatağında yatan yarı çıplak üç çocuk olduğunu bildiğinden yüzünde bir tebessüm belirir. Baş çobana gıpta eder.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 16 eseri bulunmaktadır.