İki Şiir / Mustafa Alagöz
Bu Mevsim Yaşlanıyor
cama konan bir kaç yağmur damlası
sonbaharın gözyaşları gibi
geride sulu bir yol bırakarak
gözümün üzerinden süzülüp iniyor
camın önünde ölmek üzere birkaç sinek
ara ara hüzzam bir beste eşliğinde
dönüp duruyorlar
kimisi ters yatmış
tozlu kanatları çoktan kurumuş, nefesimle oraya buraya
durmadan sürükleniyorlar
uzağa dalmış gözlerle
dersliğin camından bakıyorum
geniş avuçlarımda
dumanlı kafam
iyice yitip gidiyorum
dışarıda ölgün bir güz
tıpkı benim gibi
orada durgun bir gölün içinde gibi durmadan yaşlanıyor
kayısı ağaçları da öyle
rüzgârla gazel üstüne gazel döküyorlar
bu mevsim yaşlanıyor
zaman yaşlanıyor
ben yaşlanıyorum
bu aralar
serçeler akşama kalmadan
bitmeyen şarkılarını da yüklenerek
yakındaki gölün sarı sazlıklarına uçuyor
kış belli ki yakın bir yerlerde geceliyor
yer yer aralanan bulutların ardından
içimi üşüten kışın
uçsuz bucaksız ovanın ufkundaki dağların eteklerinde beklediğini görüyorum kar her geçen gün
biraz daha aşağıya, ovaya iniyor
spor salonunun orada
güz arpası yeşermiş tarla ile okulu ayıran hisarın arkasında
renk değiştiren ağaçların duldasında
bir iki beyaz önlüklü öğretmen
arkalarına sakladıkları kapalı avuçlarında dumanlar
güzün ekşiyen renkleri gibi
dökülen ağacın yaprakları gibi
uzayıp giden bir rüya misali yavaşlayan
sonbaharın ruhunu ellerimle yakalıyorum
öpüp havaya uçuruyorum
içerde sıcacık bir nefes buharı
içerde öğrenciler dalmış
kitap okuyorlar
Ölüm ve Melekler
ölen yaşlılara
indiler
raf raf öbek öbek gökten süzülüp indiler
yol yordam indiler
kanatları çiğ tanelerinde ıslanarak
kırağı kristallerine tutunarak revan ovası üstünde süzülen melekler indiler
kapı kolcularının arasından geçerek
kapıyı itip dibine kadar içeri geldiler
kimseye aldırmadan direk ona yöneldiler
eğilip kalktılar eğilip kalktılar
dudakları kıpır kıpır okuyan sekarattaydi korkusu geçmiş
serum şişeleri ve öten cihazlara rağmen
yattığı yerde boyu gençliğindekine değin uzamıştı kaygısız
başında toplandılar
kuşaklarından çıkardıkları kağıtlara ekleyip notlar yazdılar
adeta oğul verdi melekler başında toplandılar
bir süre dönüp durdular
kozasından çıkan bir kelebek misali azad olan
yaşlı bu ruhu da aralarına katıp yükseldiler
evlerin üstünden, dumanı tüten bacaların, çim hisarların üstünden uçtular
gece soğuk bir kış gecesi
mevsim zemheri
hastahane binasının üstünden, güz arpası ekilmiş tarlaların üstünden
bütün kadim dağların üstünden uçtular
bir mağribe döndüler bir maşrike,
gökte küçülen bir turna katarı gibi
bilmem nereye hangi yöne gözden yittiler