Aşk Olsun / Müştehir Karakaya
Şimdi düşünüyorum da aşk üzerine ne söylersek söyleyelim, herkes ya Mevlana’dan, ya Yunus’tan, ya İbni Arabi’den, ya Şems’ten ya Fuzuli’den ya Baki’den ya da İbni Hazm’den, Yunus’tan bir iki şey söyleyecektir. Ya da….ya da…y.a da… Baktık olmadı, ilahi aşk, beşeri aşk, başka bir anlatımla, Rabbani aşk, insani aşk, daha da olmadı yaratıcıya olan aşk, yaratılana olan aşk….derken, uzayacak, söz dönecek dolaşacak, çetrefil, karmaşık, kördüğüm olacak, mecradan sapacak ırmak, yol ormanda yitirilecek, dağın üstündeki kar eriyecek, gönül Çalab’ın tahtından olacak, bahar çiçekleri solacak, ömür geçecek ömre kalan ne varsa…
Ama malumdur herkese, sana diyecekler, arkadaş, Fuzuli; “ışk imiş her ne var âlemde / ilm bir kil u kal imiş ancak” demiş de, ötesini ne sor ne ben söyleyeyim. Peki, güzel kardeşim nedir şu AŞK? Herkesin bilip de bilmediği, kavrayıp da tıkandığı, ruhu hissedip de tenini şekillendiremediği… Derler ki, Mecnun Leyla’ya eninde sonunda; “ger men men isem nesin sen ey yâr / ver sen sen isen neyim ben-i zâr” diyecekti. Aşkın kelime anlamı zaten “sarmaşık” demek, sarar ve kurutur. Zayıf her ağacı, tutunduğu, sarıldığı her şeyi kurutur, öyle beslenir.
Ben aşkın her çeşidini arayıp dururken, sevdayı, isteği, arzuyu, şefkati, istidadı, meczupluğu, dervişliği falan, halk arasında dalga geçer gibi söylenen “aşk bir sudur, iç iç kudur” deniyordu. Ben gençliğimde “aşk, uçurum kenarında açan çiçektir, koparmak isteyenler oraya düşecektir” diyordum. Şimdilerde anlıyorum ki, AŞK, kırk kapılı bir köşktür. Kırk kapısının yanında kırk penceresi, kırk penceresiyle birlikte kırk basamağı vardır. Kırk odası ve her odasının içinde kırk oturağı, sekisi… Kimi köşke varamaz ancak beş on basamağı tırmanabilir, biri içine girer, kırk odasını dolaşamaz, kırk kapı açılamaz, kırk pencereden bakamaz, baksa bile, birkaç sekiden başkasına oturamaz, otursa bile ömrü yetmez, onbeşinde başladığı bu yolculuğa sekseninde artık yorulur, köşkü dolaşmak bitmez. Mevlana kaçıncı basamaktaydı, ya da kaçınca kapıyı açtı, veya kaçıncı odayı gördü, desem ki hepsini gördü, ya Şems nerede duruyordu, kırkıncı kapıda ise, ben de düşündüm ki, kırkıncı kapı mor bir ölümdü…
İnsan ibda olunandır, her daim de inşa olunandır aynı zamanda, yani yoktan geldi, vara düştü ve her yeni gün yeni yeni eklemelerle inşa edilmektedir. İbda: yoktan varoluştur, Rab, ol der o olur; inşa: varolunana yeni eklemeler, tekamüllerdir. Sofilere göre aşk ibdadır, onun için kendini tanrı yerine koyar, tanımlayamaz, tanımı yoktur der. Yoksa Hallac “enel hak” diyemezdi, demesi bu istiğrakın, bu şatahatın neticesidir. Aşk, biraz da şiire benzer, belki şiir biraz da aşka benzer, ikisi de olur, hâlbuki ki biz şiire inşa diyorduk. Mevcudu yeniden yorumlama. Bu sözle olur, meselle olur, sözcükle olur, söylemeyle olur, başka başka yollarla olur.
İlahi aşk ne demek onu tam bilmiyorum, çünkü yaratan ile yaratılan aynı cinsten değil. Aynı varlıktan değil, Allah’ın cismi varlığını kimse bilemez, idrak edemez. Adem ve yeryüzü, gökyüzü ve içindekilerin hepsi ve toprak ve su ve ateştir. Misal, masayı yapan marangoz, masayı yapar, ona bir görev verir, masa masalığını bilir. Marangoz masayı görür, sanatıyla övünür, sever de, kızar da, ayağını kısa, uzun yapar, gövdesini geniş, dar yapar, yuvarlak ya da düz şekillendirir, cilalar veya cilalamaz. Kimse hesap soramaz, neden bu çeşit yaptın diyemez. Sever veya sevmez, dikkat eder veya etmez, masaya bir meleke verse usta ve ona dese ki, ey masa, seni şunun için yaptım ve sen de bununla görevlisin, senin üzerinde yemek yiyenler oldukça görevini yapmış olursun ama öyle değil de oturan, ısıran, çentik atan, resim yapan, oyun oynayan olursa seni keser, kırar, sobaya atarım dese, masa ne der? Şairlerden biri onun için “masa da masaymış ha!” demiş mi? Demiş. Demek ki masayla ustası arasında bir aşk olamaz, ancak verileni idrakle sever, bağlanır, onun direktiflerini yerine getirir, var sayalım ki, usta ona kendi nefesinden bir üfleme yaptı ve masaya dedi, beni seveceksin ve itaat edeceksin. Böyle de olsa masanın sevgisi ve itaatı aşk demek değildir. Aşk, cinslerin kendi aralarında olan insani bir ilişkidir. İranlı ünlü sosyolog Ali Şeriati, aşkı ve sevgiyi birbirinden ayırt ederek, ilginç enteresan bir açımlama getirir. Herkesin bu denemeyi (1) okumasını salık veririz.
AŞK, yaşam pınarıdır. Her canlı onunla yaşar. Kuş onunla uçar/öter. Dere onunla akar/çağlar. Ağaç onunla yeşerir/dal verir. Güneş onunla ışık/ısı verir. Ay onunla gülümser/parlar. Yıldız onunla göz kırpar/akar. Çiçek onunla açar/kokar. Anne onunla doğurur/besler. Çocuk onunla büyür/genç kalır. İnsan onunla varlığın, var olmanın, yok olmanın künhüne ve ferasetine erişir.
Derler ki;
“Doğru söyleyen bir adam, şöyle bir macera anlatmıştır: Bir seferinde Ben-i Üzret kabilesinde bir eve misafir oldum. O evde çok güzel ve çok da terbiyeli bir kız gördüm. Hüsnü kemaline hayran kaldım. Birkaç gün o kabilede dolaştım. O sıralarda çok nazik bir gence rast geldim. Aşkın eseri kendisinde besbelli idi. Bir ateş yakmış, bir şey kaynatıyor ve şu beyitleri okuyordu:
Ne sabrım ne de sana yetişmem için bir hile kaldı
Ne senden ayrılabildim ne de senden kaçacak bir yer bulabilirim
Bana bir kapı açıktır lakin kalpsiz nereye gidebilirim
Eğer iki kalbim olsaydı biriyle yaşacaktım
Diğerini de aşkımda bırakacaktım
Bir yandan da gözlerinden yaşlar akıtıyordu. Acaba bu genç kime aşıktır? diye sordum. Senin misafir kaldığın evdeki kıza aşıktır ve o kız birkaç senedir bu gençten hicaplıdır, dediler. Hemen misafir kaldığım eve döndüm ve bu meseleyi kıza anlattım. Kız; o benim amcamın oğludur, dedi. Ben de ona; misafire hürmet etmek lazım gelir, ne olur, Allah aşkına, sen bugün bu delikanlıya yüzünü göster, diye yalvardım. Kız; beni görmese kendisi için daha iyidir, dedi. Ben yine yalvardım. Bir kerecik kendini göster, dedim. Kız istemeyerek de olsa sözümü kabul etti. Ben yine; peki, bu verdiğin sözü hemen yerine getir, diye yalvardım. Kız; sen kalk git, ben de peşinden geleceğim, dedi.
Ben o delikanlıya doğru aceleyle gittim, kendisine müjdeyi verdim. Yandığın o sevgili şimdi gelecek! Ben böyle konuşurken baktım ki kız, kibar kibar ve etekleri yeri süpüre süpüre bize doğru geliyor. Dedim, bak, bak, işte geliyor! Genç döndü baktı. Baktı ama rüzgar, kızın eteklerinden kalkan tozu gencin yüzüne savurdu. Genç hemen yüzüstü yaktığı ateşe düştü. Onu kaldırıncaya kadar yüzü, gözü, bağrı yandı. Kız hemencecik geri döndü ve şöyle seslendi: Ayaklarımın altından kalkan toza dayanamayan kişi, cemalime nasıl dayanabilir?”
İşte bana göre aşk ancak budur. Yine derler, hep derler, aşk, hiç bir zaman pişman olmamaktır, bilmem doğru mudur, yoksa bazen pişman olmak…. her neyse……
Aşk olsun yani!
Nisan 2016
(1) Bahsi geçen makale:
Aşk ve Sevgi… / Dr. Ali ŞERİATİ |
|
KAYNAK: http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=266&Kat_id=11