Limon Dolusu Leğenin Fotoğrafı / Ahmet Doğru
Flu bir fotoğraf. Rastgele deklanşöre basılmış da ortaya çıkmış sanki. Yokluğun kulak kesildiği duvarlarla çevrili bir odanın ortasında içi limon dolu bir leğen. Krem ile açık kahve arası bir rengi sarmalamış leğene limonlar dolmuş, fazlalıktan leğenin ortasında bir kümbetleşme meydana gelmiş. Daha önce “küçücük, fıçıcık, içi dolu turşucuk” bilmecesiyle sevimlileşen limon, gözünde ikinci kez sevimlileşiyor. Sapsarı limonlar, güzün güzelliğini fısıltısı içinde ışıl ışıl…
Limonların bu leğene toplanıp gelmesinin öyküsünü sıvaları yer yer dökülmüş, boyası epeyce eskimiş duvarlar anlatıyor. Kırmızı kalemle çizilmiş çizgilerle duraksayan pencere, kendisini kapatan solgun, lime lime dökülen perdeye aldırmadan öyküye müdahil oluyor. Pencerenin yanındaki tahta geniş ekmek tablası da kendisinde daha sarı bu limonları görmekten sıkılmış olmanın verdiği huzursuzlukla duruşunu bozuyor, düşecek gibi bir eğimle üstünde durduğu tarhana bidonunu yeterince yoruyor.
Daldan makasla kesilmiş; düşmesin, ezilmesin diye tek tek itina ile toplanmış limonlar yatağa hazır. Bir kısmı talaş tozuna, bir kısmı gazete kâğıdına sarılarak güzden yaza muhafaza edilmeye çalışılacak. Büyük ve sulu olanlar sıkmalık, limonata için; küçükler çorba için ayrılacak. İçinde şeker limonlar da çıkacak. Anne bunları ayırırken şeker limon dediği, tatlı limonları şeklinden ayırt edecek. Akşam okuldan gelince “şifa” diye soyulup yenilecek. Kabukları attırmayacak baba, kurutulmasını isteyecek yine. Anne “tamam” diyecek istemeyerek yine.
İlk haftalar her şeye limon sıkılacak nerdeyse. Çünkü gelen yirmi – otuz kilo limonun, bir kısmı yumuşak dayanıksız diye hemen tüketilmeye ayrılmıştır. Çaylar, çorbalar bol limonla içilecek. Üst üste limonatalar yapılacak. Portakal suyuyla karıştırılmış olursa fena olmayacak. Ablalar keksiz koymayacak limonataları. Turunç bayramı kutlamaları, kasım ayını kapatacak. Aralık’ta birden suyunu çekecek, limon portakal tüketimi belirli günlere dağıtılacak. Şubat geçince, altın değerine bürünecek. Mayıs başında hiç birinden eser kalmayacak.
Tekrar bakıyorum limon dolu leğene. Asıl güz sarılığı bunlarda. Yaprak sarısının sıcaklığı yok çünkü. “Keskin sirke küpüne zarar” sözünü hatırlatır gibi sarılıkları keskin, daha hüzünlü. Solgun bir sarılığı, soğuk bir kışa taşıyorlar çünkü. Yaprak sarısı gibi, toprak rengine bürünüp toprakta kaybolmayı değil; ıhlamura, naneye, kekiğe karışarak kış mikroplarıyla savaşmayı yeğledikleri için olmalı bu ton. Bunu düşünce soğuk sarılık daha bir güzelleşiyor odanın ortasında. Yoksa bu yoksulluğun kulak kesildiği duvarların arasında onları kuşatan zengin bir yaşama isteği nasıl ayakta kalsın? Limonların birkaçını alıp kokluyor, oda şimdi sapsarı limon kokusu ile dolu. Basıyor deklanşöre, “haydi bismillah, rast gele”!