DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Halamın Çocukluk Cebime Sıkıştırdığı Harçlığın Fotoğrafı / Ahmet Doğru

Her şeyin hüzne büründüğü bir zaman: Bir tepeden aşağı inerken otuz yıl evvel ortaokullu bir öğrenci ile halası; ayrılık kavşağında durup öğrenci okula, hala tekrar eve dönmek üzereyken el çabukluğu ile halanın öğrenci cebine sıkıştırdığı harçlık… Ben olmaz diyeceğim, halam olmaz diyecek. Israrlarım hava kalacak. Ateş gibi yakacak cebime giren o harçlık. Miktarı çok değildir belki, lakin onun kazanılması için haddinden fazla alın teri dökülmüştür. O çocuk yüreğim bunu kaldıramayacak kadar nahiftir.

Vakit, her zaman olduğu gibi, ikindidir. Mevsim, kesinlikle, ilkyazdır. Yol, mutlaka, kurudur. Çocukluğum, yüzde yüz, hüzne gark olmuştur.

Bu, iki halamdan büyük olanı, babamın iki küçüğüdür. Hali vakti yerindedir ya, köylük yerdedir; işi başından aşkındır. Yorgun, zayıf bünyesiyle hayat mücadelesine karşı mucizevi bir çaba sergilemektedir. ‘Yeğenim’ derken; gözleri ışıldamakta, sesi şefkatle dolmaktadır. Hatırımdadır daima akrabalık sevgisini en iyi halam göstermiştir, ilkokuldayken bile bana büyük bir adammışım gibi davranarak sevgisinin içine saygı da katmıştır.

Halamı her gördüğümde sanki on yıllardır görüşmemiş de ilk defa görüşüyormuşuz gibi özlemle karşılanırdım, sonra abisini sorarken de yirmi kilometre uzakta bir ilçede değil de yurtdışındaymış gibi davranırdı. Benim aşina olmadığım, istisnai bir akrabalık duygusu vardı onda. Okuma yazma bilmemesinin yanına bir de mezra gibi yerde yaşamasını katarsak onun bu arı duru insanlığı ve insanlara duyduğu sevgi, şaşılacak düzeyde ve kendisine hayran bırakacak bir özelliktedir.

Sessizdir, derin ve durgun sular gibi. Hal hatır sorduktan sonra laf ola beri gele diye çene çalmaz. Yaşadığı yerin doğasını incitmeyen bir suskunluğa bürünür. Konuşursam beni gülümsemelerle, sessiz işaretlerle dinlerdi. Bu fotoğraf karesine girmek için iki üç yüz metre bana eşlik etmiş, bahar mevsimi rüzgârının esintisini duya duya, kuş seslerine kana kana yürümüşüzdür. Ben de o da bu sessizliği bozmadan aynı ritimle yürüyüşü sürdürmüş ve ayrılacağımız yol ağzına gelmişizdir. Yakınımızda açılmış papatyalar, uzaktan uzağa işitilen kuzu sesleri, kuyruklarını sallayarak karşı bayırda otlayan inek sürüsü görüntüleri resmin pastoral yanını öne çıkarsa da durum değişmeyecektir. Ben halamın elini öpeceğim, “ güle güle hala” diyeceğim. O da yanaklarımdan öpecek, “güle güle yeğenim, babana annene selam söyle” diyecek.  Artık sonbahara ya da başka bir bahara kadar görüşülmeyecek ayrılık başlayacaktır.

Halam eve dönerken ben de Hamus çayının bir kolu olan derenin üzerine doğru yürüyeceğim. Bu dereyi geçince yol yarılanacaktır. Gelirken yürümekten çekinmediğim bir buçuk iki kilometrelik yol, giderken gözümde büyüyecektir. Halamı görmek için duyduğum sevinç, gördükten sonra yerini üzüntüye bırakacaktır. Çocuk aklımca yine yaşadığı hayatın, bizimkisiyle kıyasını yapacağım, zorluğunu düşünerek üzüleceğim. Cebime sıkıştırdığı harçlık yeniden alevlenecek, yeniden bir hüzün deryası etrafımı çevirecektir.

Fotoğraf, fazla hüzünlü olmuştur belki, belki bu kadar hüzne boğmamak gerekirdi. Deredeki suyun şırıltısından, kurbağaların korosundan, yavru balıkların güzelliğinden de görüntüler paylaşılabilirdi ya, mümkün değil. Çünkü hem sözü edilen hala, hem beni o sözü edilen halayla akraba kılan baba birer kuş olup öteki dünyaya göçmüşlerdir. O sebeple bu fotoğraf artık bir avuç gözyaşıdır.  Sapsarı bir hüzün tablosu, kıpkızıl bir hatıradır. Yapılacak tek şey vardır: Ruhları şad olsun diyerek, başka bir fotoğrafa yüz çevrilmek!

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 22 eseri bulunmaktadır.