Eski Evin Etrafındaki Yazın Fotoğrafı / Ahmet Doğru
Çocuk zihninin saflığındandır oraya kaydedilenler de bir saflık barındırır içinde. Yanı sıra “bundan otuz kırk yıl evvel çevre daha temiz, doğa daha fazla doğaldı” hakikati de eklenince rüyalara kapı araladığım düşünülebilir. Bir de fotoğraf karesinin büyüsünü katınca işin içine; söylediklerim, masalsı bir havada kalacaktır elbette.
Sislerin dağılan cephesinde kalan o damın üzerine uzanan dut ağacının kolu, nice güzelliği mümkün kılardı. Bir o kadar da lezzetli meyveleri… Şimdi “o kadar lezzetli dut ve o kadar mavi bir gök var mı acaba dünyada?” diye sorarım kendime? Bu otuz yılı aşan soru kendine cevap bulamasa da dudun meyveleri kırmızı beyaz arası durur gözlerimin önünde. Bu, ikisi bir arada gibi, beyaz ve kırmızı dutların lezzetinin aynı meyvede toplanmasıdır, biraz mayhoş bir tadın dilime dolaşmasıdır.
Sonra incir ağacı. Bahçenin girişinde. Küçücüktü. Yirmiyi otuzu geçmeyen meyvesinin her biri bağ-ı iremden gelmiş gibiydi iri ve enfes. Koluna asılarak salınan ben, ilk meyvesini olgunlaşırken görüp incecik dalına tırmanışımı ve onun damağımdan dimağıma geçen tadını hiç unutamam. Sonra onun dibinde binlerce oyun oynadığım gelir aklıma.
Sonra bahçe duvarı iğdeler. İğde çiçeklerinin kokusuyla ilkyaz zirve yapar ve bahar şenliği başlardı benim için. Sanırım o kokularla ısınırdı hava. O kokuların sunduğu mestlikle uzanırdım ağaç gölgelerine. Doğadaki aşkın kokusuydu iğde. O kokular içinde yaprak yeniden şekillenir, toprak yeniden neşelenirdi. Sanırım iğdeler çiçeklenince açılırdı bizim evde pencere.
O küçücük bahçe çocukluğumun cennetiydi. Sağdan soldan bakacak olsam şimdi zihninde uçsuz bucaksız bir alan olur. Bazı geceler uykudan o bahçede koşarken uyanırım nefes nefese. İçimdeki hüzünlü çocuk, gecenin karanlığı fırsat bilir birkaç gözyaşı damlası daha aşırır yanaklarımdan.
Balkona ve üzerindeki asmaya ait görüntüler çok fazla. Fotoğraf burada hareketin hızıyla dağılır, görüntü bulanıklaşır. Bir cenaze vardır insan seli üzerinde akıp giden. Asmadan topladığı bıyıkları elinden düşüren çocuk, ölüm korkusunu tabutun yeşil örtüsünde görmüştür ve gözlerini asmanın yeşil yapraklarına kaçırmıştır.
Mevsim daima yazdır ki yaz, çayın suyunda akar gider. Bir tepenin ardında kalsa da çay, sesiyle evin etrafında dolanır. Sonra su değirmeninin çarkına aldığı zamanı unufak eder çay! Gıcırtıları ağustos böceklerinin sesine karışarak kaybolur. Zaman ne haldedir bilmeden biz güzün güzelliği son fırsat diye soluklanırken kış yanı başımızda beliriverir. Şimdilik kış başka bir fotoğrafa kalsın diye, dökeriz kelimeleri sararan yaprak gibi. Dut ağacı kışlık odun olmuş ve eski evin yerinde yeller esmektedir çünkü.