Kosova (İçinde Hüzün Saklı Şehir) / Güzin Osmancık
İlk durağımızdı Kosova. Hani okulda okuduğumuz, Kosova savaşlarının olduğu, onlarca şehidin kanıyla sulandığı o topraklardayız şimdi. Kosova denince ilk akla gelen I. Murad Handır. Kosova fatihi I. Sultan Murat Han. Sultanlar Sultanı Murad-ı Hüdavendigar (hakim, efendi, galip olan) Gazi Hünkâr Osmanlı padişahı. Bursa da dünyaya gelen, Devlet-i Aliyye’nin üçüncü hükümdarı, Orhan Gazinin oğlu, Osmanlı topraklarını 6-7 kat büyüten, sınırlarını 500 bin km ye ulaştıran sultanlar sultanı Murat Han. 1326 yılında Bursa da Nilüfer hatundan doğup 1362 yılında Osmanlı tahtına oturan 1389 yılında Kosova savaşını kazanan 13 devlet ile sınırlarını büyüten Murat Hanın mübarek toprakları burası. Zaferlerini saymakla bitiremediğimiz o kutlu hakan
Selanik, Varna, Makedonya’yı fethedip Macar Rumeli Beyler Beyini kurmuş, Tuna nehrine kadar olan bütün coğrafyayı Osmanlı hakimiyeti altına almış, kurduğu Yeni çeri ocağı, defterdarlık ve Pencik sistemleri ile tarihe getirdiği yeniliklerle adını duyuran kutlu Sultandır o.
Tarihte Pencik sistemi diye bilinen bu olay Farsça da penç (beş) ve yek(bir) olarak geçen beşte bir sistemidir. Savaşlarda elde edilen ganimetin beşte birini devlet hazinesi olan (Beyt -ül Mal e) geri kalanını ise savaşa katılan askerlere bölüştürülmesi gibi dünyada eşi olmayan bir sistem. Aynı zamanda pencik sisteminde her 40 haneden birinde bir erkek çocuk veya 5 esir askerden bir asker delikanlı devşirilmek üzere alınırdı.
Murad Han, Kosova savaşında ki başarısının ardından ne yazık ki, Miloş Obiliş adında bir Sırp askeri tarafından göğsünden bıçaklanarak haince şehit edilir. Miloş, Müslüman olacağını söyleyip beni Sultanınızın yanına götürün diyerek yanına yaklaşır ve kalleşçe sultanı göğsünden bıçaklayarak şehit eder. Ama Sultan, Allah’tan şehit olmayı, şehadeti o kadar ister ki ve duası kabul olur. Kosova’nın başkenti Priştine’nin Mazgit köyünde Sultan Murat caminde bulunan türbesini ziyaret etmek bu topraklarda ki ilk programımızdı.
Burada onun türbesini görünce oldukça şaşırmıştım. Çünkü onun türbesini Bursa da ziyaret etmiştim. Sonra öğrendim ki burada şehit edilince bedeninden iç organları çıkarılıp buraya defnedilmiş. Bedeni ise Osmanlıya has bir sistemle mumyalanıp Bursa’ya götürülmüş. Türbenin hemen yanında 500 senedir burayı bekleyen türbedar bir aile bulunuyormuş. Orayı ziyaret ettiğimizde içinde yaşayan yaşlı bir teyzemiz, bizim Türk olduğumuzu öğrenince yüzü gülmeye başladı ve içeriden getirdiği şekerleri ikram ederek bizi ağırlamak istedi. Türbe Sırplar tarafında defalarca yıkılmak istenmiş ama buraya sahip çıkan aile ve halk tarafından bu zorbalık önlenmiş. Türbenin hemen yanındaki anı evinde tarihe ait saklı kalmış ne varsa burada sergilenmekte. Müzenin odalarını dolaşırken tarih sayfalarında kısa bir gezinti yaptık ve o günleri bir kere daha hüzünle yad ettik.
Buranın Baş şehri Piriştine ama Kültürel başkenti ise Prizen. Çok bereketli topraklar burası bütün sokaklarında içilesi sular akmakta. Hiçbir çeşmenin açma kapama vanası yok. Suları devamlı akıyor ve suları da içiliyor.
Hava oldukça sıcak, buranın her bir sokağını dolaşmak istiyorsunuz. Köprüler ülkesidir Balkanlar. Çılgınca akan suların üzerine kurulmuş estetik harikası köprülerden geçip üzerlerinde selfiler çekiyoruz. Prizre’nin Bistriça nehrinin üzerindeki köprüler şehre başka bir güzellik katıyor. Öğlen sıcağında dolaştığımız şehir bizi oldukça yoruyor ve soluklanmak için bir camiye giriyoruz.
Burası tepenin hemen eteğine kurulmuş Sinan Paşa cami. Camiyi sofu lakaplı Arnavut asıllı Sinan Paşa yaptırmış. Kapının girişindeki kitabede buranın Sinan Paşanın hayratı olduğu yazılıyor. 1024 -1615. Balkan savaşlarında Sırplar burasını cephanelik olarak kullanmışlar.1948 yılında kültürel miras olarak tescil edilmiş olup koruma altına alınmış. Caminin hemen girişinde yine suyu hiç kesilmeden gürül gürül akan bir çeşme var. Buz gibi suyundan içip yüzümüzü yıkayarak 10 basamaklı merdivenden giriyoruz içeri. 4 mermer sütun üzerine oturtulmuş büyük kubbe insana huzur ve secde hissi veriyor. Kalem işi süslemeler bu yöreye ait, birazda batılılaşma hevesi ile barok motiflere dönüşmüş. Namaz sonrası dinlenmek için uzanıyoruz halıların üzerine. İkindi namazına kadar soluklanma bütün yorgunluğumuzu alıyor.
Akşam yemeğimizi burada meydanda yöresel yemekleri olan bir lokantada yiyoruz. Bu toprakların kendine has yemek sunum ritüelleri var. Buraya has yemeği Fliya kat kat hamurların üst üste konması ile yapılan bir hamur işi ve yanında büyük tek bir köfteyle sunulmuş. Üzerine birde demli çay ikramı ile bütün yorgunluğumuzu atıyoruz.
Yollar bizim yollar, ezanlar bizim ezanlar, her şey bizden her şey Türk ve her şey İslam gibi geliyor bana. Ama hüzün kokuyor sokaklar. Hüzün kaplı sokaklarında gezinirken kendinizi vatanınızda geziniyor gibi hissediyorsunuz. Bazen Bursa da, bazen eski İstanbul’un ara sokakların da gibisiniz. İnanılmaz kültürel bir dokusu var buranın, Türk kokuyor yollar, İslam kokuyor ve ezanı duyduğunuzda kendinizi ait olduğunuz topraklarda gibi hissediyorsunuz. Sonra birden aklınıza dünyanın dünyaya unutturduğu katliamlar geliyor. O zaman bütün kavramları bir bir hissediyorsunuz. Vatan, şahadet, İslam, din, özgürlük, merhamet, komünizm, ihanet, vahşet, intikam, işkence yani hayata dair, insanın duygularına dair ne varsa hepsini hatırlıyorsunuz. Bir zamanlar atalarımızın adalet ile yönettikleri bu toprakların nasıl olurda yerini zulme bıraktığını anlayamıyorsunuz.
Ve yolumuz halveti tekkesinin önünden geçiyor. Tekke ziyaretimizi yaptıktan sonra otelimize dönüyoruz. Burada bu şehrin yaşanmış birçok hikayesi var. Birde Sultan Muradın unutamadığım duası.
Ya Rabbi bu fırtına şu aciz Murad kulunun günahları yüzünden çıktıysa o masum askerlerimi cezalandırma. Onlar ki buraya kadar sadece senin adını yüceltmek için ve İslam’ı tebliğ etmek için geldiler. İlahi beni zaferden mahrum etmedin. Daima duamı kabul buyurdun. Yine sana iltica ediyorum duamı kabul buyur. Murad kulun yolunda kurban olsun. İlahi, bunca Müslüman askerin helakine beni sebep kılma. Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle. Bunun için ben canımı kurban ederim. Yeter ki sen beni şehitler zümresine kabul eyle. Asakir İslam için teslimi ruha razıyım. Tek ki bu Müminlerin uğruna benim ruhum feda olsun, beni gazi kıldın, sonunda lütfen keremen şehit eyle. Amin.
Kosova bayrağındaki 6 yıldız ülkede yaşayan 6 etnik gurubu temsil ediyormuş. Bir de bayraklarında harita mevcut. Şu an Balkanların en küçük ve en genç nüfusa sahip ülkesi Kosova, %90 gibi Müslüman bir nüfusa sahip. Sırpça ismi Kocobo olan bu topraklar en güzel günlerini Osmanlı hakimiyeti altındayken yaşamış. İnanılmaz kahramanlık ve direniş hikayeleri dinlediğimiz bu ülkeden sabahın erken saatlerinde ayrılacağız. Geride hatıralar hüzün ve geçmiş tarihin simülasyon görüntülerini hafızalarımızda taşıyarak yeni bir ülkeye, yine Osmanlının izlerini sürmeye doğru yol alacağız.