DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Jandarmaların Botları Altında Kalan Fotoğraf / Ahmet Doğru

Seksen darbesi sonrasında bir gün. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı, jandarmaların ev ev gezip arama yaptığı günler. Beş altı arası bir yaşta olmalıyım, çok şeyden habersizim; bir çocuk gözüyle bakıyorum her şeye.

Fotoğraf siyah beyaz. Büyüklerin yüzünde; “darbe oldu, anarşi bitti” manasında bir sessizlik. Fotoğraftakilerin yakınlarından tutuklanan yok, olaylara karışmış ya da vurulmuş olan yok. Bu sessizlik ondan olmalı kuşkusuz. Bununla beraber her akşam radyoda dinledikleri tutuklananların, gözaltına alınanların, idam edilenlerin haberleriyle kararmış yüzler.  Birkaç el yazması Arapça kitabı saklama telaşına düştüğünü fotoğrafta dalgın gözleriyle çok iyi ifade ediyor babam. Ya da olayı ben çok iyi hatırladığım için bunu kendim çıkarıyorum fotoğraftan. Çünkü hâlâ gözümün önünde bahçenin ayakaltı olmayan bir köşesine kitapları poşetle sarıp gömdüğü.

Evin yana kaymış, hafif eğrilmiş dış kapısı; elinde silahlarla içeri girmiş, arama yapmış jandarmaların korkusunu taşıyor hâlâ. Hiç unutmam ben de ellerinde üzerimize doğrultulmuş silahlarla içeri giren, botlarını çıkarmadan evimizi, çocuk saflığımızı, asker sevgimizi tepeleyerek evin içinde dört dolanan jandarmaları. Yüreğim büyük bir korkuyla çarparken yerinden fırlayacak zannetmiştim. Askere yüz metre yaklaşmaktan korkan bizler, bir anda evimizin içinde onları silahlarıyla görünce yüreğimiz ağzımıza gelmişti. Kuşkusuz onlar formalite, olağan bir arama için dolaşıyorlardı evleri. Fakat bizim her şeyden habersiz çocuk dünyamızda bunun karşılığı olağan değil, olağanüstüydü. Şimdi bile bir fotoğraf karesine bakınca eğri düşen kapıyla hafızamda şimşekler çakarak bu anın parlaması boşuna değil.

Fotoğrafta görünen evin penceresindeki koyu siyahlık Maraş olaylarından kalma. Eve fırlatılan bir cisimle tutuşan pencere, dakikasında sündürülse de o olayların karalığını muhafaza etmesi için bırakılmış. Ben yeni doğmuş olduğum için o yılları hatırlamam ya, büyüklerim acı ve korkuyla anlatırdı sokak ortasında yakılanları, hunharca doğranıp öldürülenleri. O yüzden o pencere aydınlığı değil, hep karanlığı temsil etmişti gözümde. Sadece o pencere de değil, bütün pencereler hep bir karanlık durur bende. Onun için minnettar kalmışımdır perdelere. Boşuna değil:

“Bakın geri dönüyor akşam

Söyleyin pencerenizi sıkı tutsun perdeniz” mısraları.

Fotoğrafta görünen evin arkasındaki tepe oldukça dumanlı. Oysa mevsim yaz. Bu iklim değişmelerine bağlanmalı belki. Çünkü Kartalkaya Barajı tıka basa doluydu sularla. Sonra Ahır Dağları uzakta bembeyaz karlarla kaplıydı hâlâ. Aslanbürkü’ne giderken uzanan bağlarda tatlanmıştı koruklar. Aksu bir nebze sakinleşmiş, bir “volüm” düşmüştü çağıltısı. Bütün bunlara rağmen bu dumanı sis kabul edebilirdik, fakat bu duman sis değil. Kabul etmemeliydik yani. Bu aleni seksen darbesiyle çöken kuşkuydu elbette. Ortalık karışık, gelecek belirsiz. Tepe nasıl olsun bu havada, mutlaka olacaktı toz duman içinde.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 22 eseri bulunmaktadır.