DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Nezaket Dediğin / Dr. Hatice Kösecik

Köyün birinde adamın biri köyün en nadide, naif kızıyla evlenir. Nadide derken, hem fiziken hem de ahlaken…

Gelenekler üzerine ilk günden itibaren adam bir kusurunu kollar ki onu dövebilsin, erkek olduğunu hissedebilsin kendince. Dövecek ki, otoriteyi ele geçirsin aklınca… Zavallı adam öyle görmüş ne etsin. Bir gün, iki gün, üç gün, bir hafta, bir ay, ulaşamamıştır kötü emeline. Nihayet gelir harman zamanı, bizim adam pusudaki tilki misali. Çok sıcak bir ağustos günü, tuzak kuracaktır karısı yanlış yapsın diye. Odun toplar, ateşe verir, soğukla ısınmak istermiş gibi, ayazdan elleri buz tutmuş gibi geçer ateşin karşısına, seslenir eşine, sinsice…

İster ki eşi gelsin yanına, kendisi “ Oh ateş ne güzel ısıtıyor!” deyince, eşi de “ Ağustos’ta ne ısınması?” itirazında bulunsun da haddini bildirsin adam, amacına ulaşsın. Konuşuyorlar çünkü kendini kahvede, hala eşini dövemedi diye, ağrına gidiyor zavallının. Derken gelir eşi, oturur dizinin dibine, herşeyden habersiz. Bekler bir nebze adam, eşi konuşsun diye, ama nafile. Dayanamaz, der “ Ateş ne de güzel ısıtıyor değil mi?”  Kısa bir sessizlik süreci sonunda, kadın da eşi gibi ellerini ateşe uzatır ve der ki: ”Tutuşturucusu kocamsa, ağustosun ortasında da güzeldir!”

Muhteşem öyle değil mi? Var mıdır böylesi, aslında bahtiyar olmaya adaydır adam ama  eşinin kıymetinden bihaber, var mıdır böylesi müstesna hatunlar nezaketin zaferini tadanlar?

Şu dönem için bilemedim, gönül ister ki hayat hep tatlı, huzurlu olsun. Yaşayanı insan olunca, kandırır deli gönül kendini, unutur nefis denilen varlığını. İster de ister… Evlilikler de oldu bir alem, evler de. Herşey, evin içine dek, en ince detaya dek düştü ortaya. Ne mahrem kaldı ne de kol kırıldı yen içinde kaldı. Uluorta yaşıyoruz ne saklımız kaldı ne de gizlimiz…

Sorarlar Nasreddin Hocamıza. Yeni evlenmiştir ya; ”Hocam, evlilik nasıl gidiyor?” diye.

“İyi gidiyor, gayet iyi.” der hocamız. Ve ekler; ”Bizim hanım işi anladı, ilk yıl ben söyledim o dinledi. İkinci yıl o söyledi ben dinledim.”

  • Ya sonra ne oldu hocam?
  • Ah sormayın, ne oldu. Sonraki yıllar ikimiz söyledik komşular dinledi…

Hocamız yaşasaydı şimdiki halimize ne derdi acaba? Evliler söylüyor, alem dinliyor artık. Sanal alemde kavgalar da yalancı sevgiler de. Kocası kendisine sıkıntı yapan, yüzüne bakmayan kadın kendine çiçek sipariş edip, sanki kocadan gelir gibi, üstüne yazılan notuyla koyuyor internete. Koyuyor ki kendini tatmin etsin, bir nebze rahatlasın. Arkadaşları görsün de beğensin, varsın olsun eşiyle kavgalı olsun, kimse bilmez. Mutluluk tablosu çizip kıskandırsın çevresini, kendini de tatmin etsin, konuşulmaktan haz duysun. Elalem desin de, nam olsun da diye yaşasın. Sahte alanda sahte mutluluk onun ki, ne yazık.

“Bir kere yanlış trene bindiyseniz” der bir düşünür ve devam eder “koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur.” Doğru söze ne denir ki?

Mutsuzluğun pek çok sebebi vardır, yazılıp çizilir sürekli. Hep daha nasıl mutlu olunur, çareler aranır da, dönüp kendine bakamaz insan. Öz eleştiri yapamaz, sadece hazzı arayıp acıdan kaçınmak istediğini fark edemez. Fark edemez, üretim değil de tüketim odaklı yaşadığını. İdrak edemez, lüks bir hayat felsefesine sahip olmak ve böyle yaşamak istediğini. Ama fıtratının ona ayak uyduramadığını…

Dost edinme kabiliyeti bulunmadığını, zaten de bu konuyu önemsemediğini anlayamaz insan.

Midesinin gurultusunu hisseden açlığını gidermeye çalışan insan, ruhunun açlığını hissedip gideremez, çaba harcayamaz bu konuda.

Çok geç farkına varır, türlü nimetlere sahip kılınmasına rağmen hep kendinden yüksektekileri hayal edip, halinden şikayetçi olduğunu. Görünenin ardındaki gerçeği kavrayamaz, öyle ya sanal alemdeki parıltılı hayatlar gibi değildir gerçek hayat. Aldanır görünene, ister, çabalar, olmayınca da düşer  modu, hastalanmaya aday olur zamanla…

Üzülerek izliyorum ki, bazı kendine eğitimci diyenlerimiz, yazar-çizerlerimiz, konuşmacılarımız, yurdumun insanı. Her yaptığını, günlük hayatını, çocuklarıyla eşiyle olan ilişkisini sadece ve sadece mutlu, huzurlu, muhteşem bir aile yapısı olarak gösteriyorlar. Şaşırıyorum, esefle önüme geldiğinde izliyorum, gözlemliyorum elimde olmadan, hekim kimliğimle. Ne denli doğrudur bilemem, ne denli samimi. Tek bildiğim bazı evinde sıkıntı yaşayanlar, kocasıyla iyi olamayanlar, belki de o an için kırılgan bir ruh haline sahip olanları iyi etkilemediği bu görsellerin. Her şey tozpembe olamaz şu dünyada, elbette sıkıntılar, imtihanlar olacaktır. Herkesin kaşıdığı yara ona özeldir, her evin farklı bir havası vardır, her koca aynı olmaz, her çocuk da her anne de… Kalıplaşmış, klişeleşmiş evlilikler olamaz. Elbette ki evliliklerde çatışmalar, fırtınalar olacaktır, bu olmazsa abestir zaten. İki farklı insan bir olmaya çalışıyorken eğer BİZ olamadılarsa sancılı dönemler geçecektir. Demem o ki, kendi hayatını paylaşan arkadaşlar ki çoğunluk anneler, dört dörtlük olduklarını tüm dünyaya ilan ederken, sanki hiç sorun yaşamadıklarını ilan ederken dikkatli olsalar, iyilik yapalım derken yıkmasalar ne iyi olacak.

Usul ve üslup hatası yapmadan, beden dili zehir damlatmadan beyler hanımlarına samimiyetle karışık ciddiyetle “ Mümkündür!” dese, hanımlar da beylerine “Haklısın” dese işte samanlık seyran olur o zaman. Yine mi çok şey ister gönül, dava istemez sevi ister bizim Yunusumuz gibi.

Kuşlara hep haksızlık ediliyormuş, hele de angut kuşuna bilir misiniz. Eşine en sadık kuş angut kuşuymuş ve bizler farklı bir anlamda kullanır olmuşuz angutu. Yazık…

Erkeğinden ayrılan dişi kanaryalar da üzüntüden ölüyormuş, ama erkek buna dayanırmış. Alın işte fıtri bir farklılık yine, buna da sayfalar yazılır, ne dersiniz?

Demem o ki, dış görünüş yanıltır. Gölgede görülen renk ışıkta farklı hale geliverir. İyi bakmak lazım…

Bakmak da görmek değildir her zaman. Görmek, parçanın bütündeki yerini dikkatle incelemek, gerçek bir bakışla ‘bütün’ü kavramaktır. Eğer düşünmezse, anlayıp idrak edemezse görmüş sayılmaz ki insan. Parıltılı hayatlar, belki de görüldüğü gibi değildir, geri planı bilemeden sonuca varmamak gerekir.  “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.” ne demektir durup düşünmek ister gönül…

Bir güvercin devamlı yuva değiştiriyormuş. Yuvada zamanla gelişen koku ona dayanılmaz geliyormuş. Akıllı, yaşlı, tecrübeli bir güvercinle konuşurken üzgün bir halde bundan şikayet etmiş, derdini dökmüş. Şikayeti dinleyen güvercin başını birkaç kere sallayıp demiş ki: “Her yuva değiştirişinde sen aslında hiçbir şeyi değiştirmiyorsun. Seni rahatsız eden koku, yuvadan değil, senden geliyor.” Heyhat!..

Önce kendini bilmeli insan, önce tedavi etmeli kendini. Ruhen destek olmalı kendisine ki ailesine de faydası dokunsun. Desinler, konuşsunlar diye faaliyet düzenleyip de ev halkını, çocuklarını, eşini ortaya dökmemeli diye düşünüyorum. Herkes özeldir, her insan bir kitaptır oku okuyabildiğin kadar…

Mutluluk dediğin bütün seyahati kapsar sadece gittiğin yolu değil.

Çok ötelerden bir söz çalınıyor kulaklarıma, işliyor yüreğime dek; İnsan dünyada ancak dünyayı boş verdiği zaman mutlu olur….

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları