DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

101 Numara / Hatice Kösecik

Batı Karadeniz de şirin bir ilçe burası. Yemyeşil, düzeni seven,  insanı çalışkan olan bir ilçe.

Bir otel odasından içeri giriyoruz savcı ve adamları, otel personeli ve adli tabip olarak ben. İçeride bir koku var, tuhaf, derinden gelen ölüm kokusu ve sessizliği. Tanıyorum artık bu kesif ve nahoş kokuyu, tanımaz olaydım. İstemiyorum ama görev icabı. O zamanlar nerede bir şüpheli ölüm var adli tabip ve savcıyla hareket ediyor durumu rapor ediyorduk. Eee birilerinin yapması gerekiyordu bu işi, aynı bu olayda olduğu gibi. Bazen hayatları bir otel odasında veya bir köprü altında nihayete eren bu insanlara birilerinin  son görevlerini insanlık adına yerine getirmeleri gerekiyordu. Hayat işte.

Otel görevlisi üç gün önce otele misafir olan altmış beş yaşındaki Selim K. adlı şahsın iki gündür ortalıkta görünmemesi üzerine şüphelenmiş ve işte bugün de önce kapıyı tıklatmış, sonra da açarak içeri girmiş. Ve sonuç… Şüpheli ölüm var diye aranılan ilgili yerler, gelin görün tanımlayın mesajı..

Ekiple  beraber geldiğimiz otel, küçük temiz ve bakımlıydı.

Üç gündür odasından çıkmayan Selim Bey son saatlerini bu bir yatak, bir dolap bir komidinden ibaret küçücük odada nihayete erdirmiş belli ki. Altmış beş yaşın sonuna noktayı koymuş, imzasını atmıştı.

İçeri girdiğimizde ölüme has o koku sinmişti ortalığa. Maske takmak ihtiyacı hissettim. Kapalı pencereler odanın kasvetli havasını tamamlayıp ortama uyum sağlamıştı. Belli ki akşam saatlerinde belki de gece veda etmişti çileli hayatına, yalnızlığına Selim K. Ömrünün son deminde yapayalnız bir otel odasında, ölebileceğini hissederek bulunmak, tecrübelerin en acısıydı belki de. Anı yaşamak, anda kalmak denilen şey bu olsa gerekti…

Hüzün kaplıyor içimi, tuhaf kokunun genzimi yakması da cabası. Ağlamamak için gizliden ısırıyorum dudaklarımı, anlamasın kimse, otopsi fikrine alışamadığımı, anlamasın kimse insanın yalnızlığına feryat ettiğimi…

Odaya hızlıca göz gezdiriyor bir yandan da içime akıtıyorum gözyaşlarımı. Ne tuhaf, giderek daha becerikli oluyor insan sürekli yaptığı işleri daha seri yapıyor, eli alışıyor, ölüme dair olsa bile daha aşina oluyor. Görüyorum, yataktan kalkar pozisyondaki adamı. Komidine doğru uzanmış sol elini, komidin üzerindeki yarı dolu su şişesini. Ve elindeki kalp ilacını, hani kriz geldiğinde kullanılmak üzere verilmiş olanından, kapağını açamamış, elinde ilaç şişesi kalakalmış oracıkta…

Olay gözümün önünde an be an yaşanıyor hızla. Kalp krizi geçirdiğini anlamış, her ihtimale karşı çıkarıp komidin üzerine koyduğu ilacına uzanmaya çalışmış. Yataktan bir gayret doğrulup sol elini uzatmış hapa doğru.  Vakti yetmemiş ama… Su şişesi elinin biraz uzağında lakin bardak boş, bomboştu. Suyu doldurup ilacını içememiş, derdinin dermanı olarak verilen kalp ilacını. Anı yaşamış, anda kalmış, çaresizliğini bilmiş, yalnızlığını duyumsamış. Ve tabi ki de hayatının bir otel odasında nihayete eriyor olmasının bilincini…

Hızlıca yapılan işlemler, adli sonuç… “Geçirilen kalp krizi sonucu ölüm” diye yazılan raporlar. İki gün önce gerçekleşen sessiz sedasız gidiş vücudunda değişimler oluşturmaya başlamıştı bile. Ruh bedeni terk edince insan vücudunun bir an önce toprağa ihtiyaç duyduğuydu gözlenen, cansız bedendeki çürümeler,  ölüm katılığı. Acıydı hem de çok acı, yalnızlık da zor ve de yıpratıcı.

Kimi kimsesi var mıdır, nerelidir amaçlı araştırma sonucunda İzmir çıkıyor karşımıza. Ve ceplerinden çıkan, cüzdanında mevcut yıpranmış küçük sarı not kâğıdındaki numara, kızım… Evim, kızım… muhtemel evinin telefon numarasıydı çevirdiğim, acı haberi vermek üzere. İnsan hiç tanımadığı birisine ne derdi ki, “Merhaba, ben doktor filan filan. Babanızı bir otel odasında bulmuşlar, gözleri yarı açık, son yolculuğuna niyet etmiş, yalnız, yapayalnız, kimsesiz. Cenazeyi almanız gerekiyor.” mu demeliydim.  Kolay olmuyor, önce kuruyan dudaklarımı ıslatmak için bir yudum su içiyor sonra da acı ve taze haberi vermek üzere arıyorum numarayı.

Acı acı çalıyor gibi geliyor telefon bana, kısa bir bekleyişten sonra orta yaşlarında olduğunu düşündüğüm Selim K’nın kızıyla konuşuyorum, kısa ve öz. Durumu anlatıyorum, sessizce bekliyorum cevabını, ne zaman gelirler diye hesap yapıyorum kafamdan.

Kırık, soğuk, hem de çok soğuk,  duygudan yoksun bir sesle cevap veriyor kızı; “Benim öyle babam yok. Zaten belliydi bir yerlerde otellerde ölüp gideceği. Hiçbir yere gelemem, benden başkası da gelmez. Bizi bırakıp gideli çook uzun yıllar oldu, şimdi o adam benim babam olsa ne yazar. Beni ilgilendirmiyor, nasıl yaparsanız öyle olsun.” Ahh, sahipsiz ölüler listesine eklenecek bir isim daha, Selim K, yaş 65, ölüm nedeni kalp krizi…

O kadar hızla konuşmuş, bir nefeste söylemiş ve telefonu kapatmıştı ki.  Kalakaldığımı hissettim, dondum, algılamaya, anlamaya çalıştım. İfadedeki nefret duygusu beni düşündürmüştü. Bir babaydı, ataydı karşımdaki beyaz örtünün altında yatan. Zamanında canlı kanlı o da insandı, duyguları hevesleri olandı. Şimdiyse cenazesini kaldıracak kimsesinin de olmadığını anladık. Sahipsiz ölülerden biriydi o da şu anda. Ya birisi üstlenecek mevtayı ya da üniversite hastanelerine kadavra olarak mı gönderilecekti… Heyhat!

İnsan hayatı değerlidir, ne olursa olsun her insan özeldir. Eşrefi mahlûkat, yaratılmışların en üstünüdür o. Ve bazen işte böylesi garip duygular içinde son buluyor yaşamı. O da gülmüş, evlenmiş ev bark sahibi olmuş, çoluk çocuğa karışmıştı. Böyle hayal etmemiştir muhtemelen sonunu, zira yaşarken fark edemiyor insan. Zannediyor ki hep yaşarım, zannediyor ki hesap dönmez, keser dönmez, sap dönmez. Yapılan da yaşanılan da kaydediliyor oysaki. Hem de öyle bir kayıt ki silemezsin, kul hakkına girersen de hiçbir şekilde altından kalkamazsın… Dikkat, şerit ihlali yapma, yanarsın…

Ne gelen oldu ne de giden İzmir’den. Belki içleri yanmıştır, sızlamıştır vicdanları ama. Âmâsı var işte, derlenip toparlanan Selim K’ye 101 numara verildi, sahipsiz ölüler arasında aldı yerini…

 

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “101 Numara / Hatice Kösecik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları