DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kabe, Aşkın Kalbi / Güzin Osmancık

Yine düştük yollara, aşkın kalbine Mekke’ye gidiyoruz. Biz mi aşkın peşindeyiz, yoksa aşk mı bizim peşimizi bırakmıyor bilemiyorum. Daha yolculuğa başlamadan başlıyoruz her şeyden kesilmeye. Her kim gerçek aşka ulaşmak isterse, istediği aşkın dışında her şeyi terk etmeli. Hava alanında dualarımızı edip ihrama giriyoruz ve böylece yola çıkıyoruz. Bu yolculuk daha önce yaptığımız yolculuklara hiç benzemiyor. Çünkü gittiğimiz evin sahibi, bizi karşılayan, kâinatın yaratıcısı Rabbimiz olunca yüreğimizdeki heyecan kelimeler ile ifade edilmiyor. Rabbimizden bize gelen bir davet var ve bizde o davete icabet ediyoruz.

Burası KÂBE. Kâinatın kalbinin attığı yer olan Kâbe. İşte şimdi o, bütün azameti ile karşımda duruyor. Sadece onu karşıdan durup seyretmek bile bitmesini istemediğiniz doyumsuz bir ibadet. Çünkü burayı seyrederken dünyalık bütün düşüncelerden, tutkulardan, hırslardan sıyrılıyorsunuz. Burası maddeden manaya geçişin sınırı. Burası insanın zaman boyutlarının dışına çıktığı hudut. Çünkü burada zaman kavramı önemini yitiriyor. Tavaf yaparken adeta üzerinizdeki bütün yüklerden kurtuluyorsunuz. Kuran-ı Kerimde burası Beyt-ül Haram, yani kutsal, mübarek güvenlik evi olarak geçiyor. Buranın bir başka adı da Beyt-ül Atiktir. Yani özgürlük evi.

Burada her şey eşit. Zengin fakir, siyah beyaz, erkek kadın, sağlam sakat, şöhretli şöhretsiz bilgili cahil, hiçbirinin birine üstünlüğü yok. Yani üzerinizdeki hiçbir rütbe, marka, süs bir anlam ifade etmiyor. Siz buraya dikişsiz kefenle mezara gelen ölüler gibi geliyorsunuz. Çünkü burada bir anlamda kendi mahşerinizi yaşayacaksınız. Burada tek bir rütbeniz var o da Ademiyet. Ama Ademin dışında yaratılan ne varsa onlara karşı da en üstün sizsiniz. Ve burada sadece kendinizsiniz. Irkın, kavmin, ceddin, sülalenin, makamın, şöhretin size hiçbir faydası yok. Ama İslam olmakla hükümlüsünüz. Uzaydan bakıldığında bir zerre dahi değilsiniz.

Şimdi Allah’ın evindeyim ve onun güvencesindeyim. Buraya Allah ile selamlaşmaya, onunla kavilleşmeye geldim. Geçmişim çok gerilerde kaldı. Ne süsün ne güzelliğin ne makamın ne malın mülkün, paranın burada bana hiçbir faydası yok. Burada kalbimi süslemeliyim. İç alemime dönüp geçmişimle hesaplaşma vakti şimdi. Burada kokuya da ihtiyacım da yok. Bütün kokulardan daha güzel olan Kabe’nin kokusuna bürünmeliyim çünkü. Efendimizin (sav) ayağının değdiği bu topraklarda ayaklarım, ayaklarının tozuna karışabilmesi için çıplak ayakla yürüyorum.

Burada biraz Âdem olmak, günahlarımın affı için ona yalvarmak, biraz İbrahim olup bu yakıcı güneş altında kavrulmak, Hacer olup Safa Merve tepelerinde koşmak ve buz gibi zemzem sularını içerek ödüllendirilmek istiyorum. Ve içimdeki şeytanı taşlamak bütün putlarımı kırıp kalbimde tek İlahıma yer açmak istiyorum.

KÂBE, Allah’a olan teslimiyetin sembolleşmiş, maddeye dönüşmüş şekli. Bana göre Kâbe, Gaye-i AŞK’ın simgesi, aşkın dört mevsimidir.

Şimdi Hz Ademin inşa ettiği Kabe’deyim, aşk iklimindeyim, kainatın merkezinde İslam’ın hayat bulduğu yerdeyim. Ona elimle dokunuyorum. Kalbim onun esiri ve ben onda tutukluyum.

Ona Kâbe ismi küp şeklinde olduğu için verilmiş. Böylece o küpe kutsal bir anlam yüklenmiş. Onu seyrederken, Allaha ait bir mekân, bir kara küp bu kadar mı güzel olabilir diye düşünüyor insan. En güzel sanat eserlerini bile geride bırakacak bir duruşu bir tavrı var buranın.

Tevhid inancı ancak bu kadar muhteşem bir mimari ile anlatılabilir diye düşünüyorum. Burası yeryüzünde ki Allah’ın evi. O da ihramına bürünmüş, Âdem gibi bütün süslerinden uzak sade ve yalın. Etrafını saran gökdelenlerden alçak olsa da ondaki görkem ve azamet hiçbir yapıya verilmemiş. Onun öyle bir duruşu var ki olabildiğince vakur.

O sadece bir sembol. Yani o “Allah’ım ben ne yaparsam yapayım, senin güzelliğinin yanında hiç kalır” ın sembolü.

Onu güzelleştirmeye kalkınca Allah’ın güzelliği karşısında ne kadar aciz olduğunu anlıyor insan. Onun için en sadesini, en basitini koydum ki benim madde anlamında acizliğimi anladım demek.

Kalp, insan bedeninde nasıl bir merkez teşkil ediyorsa, Kâbe de kâinatın indinde öyle bir yer işgal eder. Buranın ilk yapılışından bu yana 19 kere onarıldığı söyleniyor. Ama ilk temeli atan, insanların atası olan Hz Adem (as) yüce Allah’tan aldığı emir ile yeryüzünün ilk mabedini inşa ediyor. Daha sonra Hz Şit peygamber duvar örme tekniği ile Kâbe’yi günümüze kadar getirecek temelleri atıyor. Allah (cc) Hz Âdem’i yeryüzüne indirdiğinde tövbesini kabul edip ona cennetten Cebrail (a.s) ile kırmızı bir yakut taşı da ikram olarak indiriyor. Ona Beyt-ül Mamur denip müminler için burası bir tavaf yeri kılınıyor.

Gün geçtikçe sayıları çoğalan Âdem (a.s) zürriyeti senenin belirli bir ayında Mekke’ye gelip Kabe’yi tavaf eder, aynı zamanda iman eden topluluklar ile tanışırlarmış. Nuh tufanı ile göğe çekilen Kabe’yi yeniden ihya etme görevi Yüce Allah(cc) tarafından Hz İbrahim peygamber ve Hz İsmail’ e verilmiş. Ve yine Hz İbrahim peygambere Allah tarafından haç geleneğinin devam ettirilmesi bildirilmiş.

Bu mabedi Mekke’deki Ebu Kubeys tepesinden getirdikleri taşlar ile tamamlarlar. Ve yine Cebrail (as) ın cennetten getirdiği o taşı Kabe’nin bir köşesine yerleştirmişler. İskele olarak kullandıkları taş ise şimdi Kabe’nin yanında, kapısına yakın bir yerde Hz İbrahim makamı olarak ziyaret ediliyor.

Küp şeklinde olan Kabe’nin dört köşesi pusulanın dört yönüne göre yapılmış. Doğu köşesi Hacer-ül Esved veya Şarki. Kuzey köşesi Iraki, batı köşesi Şami, güney köşesi Yemani. Burası Hacer-ül Esvedden önceki köşedir ki bu bölgede 70 bin meleğin bulunduğu rivayet edilir.

Tavaf edenlerin özellikle duvarına yapıştıkları bir yer var ki oraya Mültezem deniyor. Burası Hacer-ül Esved taşı ile Kabe’nin kapısın arasında kalan bölümdür. Burada yapılan bütün duaların geri çevrilmeyeceğine inanılıyor. Yine Hatim adında mermer duvarla çevrilmiş bölüm vardır ki Peygamber (sav) efendimiz burası için“Kâbe içinde namaz kılmak isteyen burada kılsın “buyurmuş. Buraya Hicr deniyor. Aynı zamanda Hz İsmail peygamber ile Hacer’in kabrinin burada olduğu da söyleniyor. Kabe’de ki en önemli unsur Hacer-ül Esved taşıdır.

Gözün görebildiği en güzel eser olan Kâbe şimdi karşımda duruyor ve ona bakarak 14 asır öncelerinde burada yaşananları hayal ediyorum. Nebiler Sultanı Peygamber efendimizin de gözlerinin buraları gördüğünü, ayaklarının bu topraklara değdiği hissi insanı bugüne kadar hiç yaşamadığı duygulara götürüyor. Kabe’nin küp şeklinde oluşu 3 mekânsal boyutu ve bu üç boyut 8 köşeyi oluşturuyor. Kabe’nin köşesinde ki Hacer-ül Esvetd taşı ise Kabe’yi çok önemli kılan yegâne unsurdur. Onun için bütün alemlerde ki en kıymetli bir hazine gibidir deniyor. İbni Arabi hazretlerinin demesine göre bu taş “Sembolik olarak unsuru azamın yaradılış veya zuhur ediş sürecindeki kuruluş rolünü temsil etmektedir “der. Bu da kâinatı oluşturan en küçük parça veya zerredir. Bir rivayete göre peygamber efendimiz bu taşı Allah’ın dünyadaki sağ eline benzetmektedir. Eşi benzeri olmayan bu siyah taşa dokunabilmek tavaf anında her kesin yapmayı istediği yegane şeydir.

Kâbe’yi tavafa Hacer-ül Esved taşının olduğu güney doğu köşesinden başlanıyor. Kabe’yi tavaf saat yönünün tam aksi yönüne doğru yapılıp 7 seferlik bir dönüşle tamamlanıyor. Her dönüş bir şaft olarak adlandırılıyor. Burada yapılan her şey bir ritüel, her şey bir sembol. 7 şaft kâinatın yaratıldığı ilahi 7 güne, 7 gök katına tekabül etmekte. 4 köşesi ise 4 iklime

Burada zaman böyle işliyor. Kabe’nin etrafında her bir dönüşümüzde sağ ellerimiz ile selam vererek tavafımızı tamamlayıp Safa ve Merve’ye geçiyoruz. Orada sayımızı tamamlıyor ve saçımızdan bir tutam kesilerek ihramdan çıkıyoruz. Bu durum anlatılmaz bir duygu halidir ki kendimizden geçişimizi buz gibi zemzem suyundan içerek ödüllendiriyoruz.

Ve ihramdan çıktıktan sonra ezan sesini dinleyip namaz kılmayı bekliyorum. İşte birazdan sabahın ilk ışıkları ile karanlık yerini aydınlığa bırakacak. Aynı içimizdeki karanlıkların aydınlandığı gibi ışıyacak güneş tepemizde. Ezan sesini bekliyoruz sabırsızca. Alnımızın toprakla buluşup secdeye varmasını, sevdiğine duyulan o yakıcı hasret gibi bekliyoruz o sesi.

Kâbe karşımızda öylece duruyor ve biz ona bakarak maşuğuna kavuşan bir aşık gibi hayranlıkla seyrediyoruz onu.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 46 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları