Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla / Gülüm Çamlısoy
Tüketimin tükettiği o sendrom vakıf olmadığımız hele ki uzak o farkındalıktan.
Farklılığın farkındalığı seyrindeyken kuş bakışı.
Ömür törpüsü tüm imgelem betimlerken ve yordarken hayat hoyratça.
Ne değişir oysa tüketilmiş bir sevgi ise haiz oldukları ve sevgisizlik iken içine düştükleri o dipsiz çukur. Hele ki görünene… Mizacı kelimelerin düşerken günahkâr dudaklardan: ‘’Sevmeyi seviyorum ve hayatı ve insanları. Börtü böcek belki de doyumsuz sevgimin nirengi noktası…’’
Sevmek ama gerçeği çarpıtmadan, saklanmadan gölgelere, israf etmeden vicdanı ve izin vermek tüketilmişliğin tüketmediğine.
Aşk belki de zaman zaman hissettiğimiz tüm o yaftalanmaların getirdiği hayal kırıklığının dönemecinde. Vazgeçmek mi aşktan yeniden bir şans vermek mi…
İklimlerin mizacı insanoğlunun haiz olduğu. O vakur duruş asla ve asla taviz verme yetimizi göz ardı etmemiz ile doğru orantılı.
Nasiplenmek hayatın tüm sunumlarından. Nefret edilmek belki de bariz olmasa da: Belki bir söylem belki bir sitem belki satır arasına gizlenmiş öfke kıvılcımı.
Değer mi söyleyin değer mi duruşunuzu bozmaya ve ödün vermeye? Üstelik konu ne olursa olsun.
Değer verdikleriniz, ödün vermeyi dahi düşünmediğiniz tüm o kabullenilmişlik.
Kazanımlar ve kayıplar. Keşke bir T cetveli kadar basit olsa hayat denen düzlem. Nerede eşitlik nerede hakkaniyet nerede sonsuzluğun son bilmek bilmeyen o tahakkümleri…
Vazgeçmek ne kolay oysa. Hele ki attığınız çentikler sayfalara sığmazken.
Tüm o yılgı, tüm yaftalanmış ve mağdur edilmiş kimliğiniz yine siz, siz olmaktan vazgeçmemişken. Kuramlar, kurallar, sanılar ve yol yordam bilmeyen varlığınız bir çocuk kadar ürken ve sevgi mağduru iken.
Kerelerin telaffuz edildiği o soykırım, sevginin ayağa düşmüşlüğü kadar can yakıcı. Kolaysa vazgeçin hele ki sevmekse uzağında duracağınız inanın ki kendinize edersiniz sadece körelirsiniz hem de ellerinizle öldürürsünüz içinizdeki çocuğu görmedikleri ve duymadıkları bir o kadar olası.
Varsın karşılıksız duyumsayın o tek kişilik duyguları. Varsın israf edin sevgiyi ve tüketin tüm cümlelerinizi yeter ki tüketmeyin benliğinizi. Yeter ki yordamayın nefreti ve tüm menfi duyguları.
Nefret… Denemediğimi söylesem uzar burnum.
Aşk… Kime neyi ne derece doğru anlatabilirim ki ben bile kendime itiraf edemezken.
Ya beklentiler… Sonsuz, emsalsiz, sınırsız her ne kadar o sınır ihlaline karşı tahammülsüz olsanız da.
Yazmaya başladığım ilk günkü heyecandan da yüksek bir volümde iç sesim. Tüketemedim sözcükleri, özneleri belirsiz ne çok devrik cümle ve hayata olan kırgınlığım kadar bariz iken içimde saklı o umut deryası. Yüzdüğüm denizin o derinliği belki de tüm o akıntı savuran, savrulurken o devinimle ölüme meyletmişken ama vazgeçemediğim yine de vazgeçmenin kıyısına kerelerce yanaştığım.
Hayatın en bariz sunumu ise sadece ve sadece kendimle olan kavgam yoksa haricinde ne nefrete odaklıyım ne de yalana seyrederken dönenceyi. Tüm o meridyen ve paraleller sadece Tanrı’nın sunduğu bir seçim belki de:’’Etrafına bak ama içindeki semavi özü keşfet.’’,
Söz verdim Tanrı’ya: ‘’Yapılan her ne ise, her ne ise tüm o tahakkümperver edaların saklı olduğu en azından bu sefer izin vermeyeceğim tüketilmeye daha doğrusu durduk yerde kendimi tüketmeye. Haiz olduğum her ne ise ve karşılık bulamadığımız her ne kadar adilane addedemeyeceğimiz bir düzenek olsa da ben zaten karşılığını alıyorum her cümlenin sonuna koyduğum nokta ertesi.’’Ne bir eksik ne bir fazla…’’