Egoizmin Gizli Tahtı: Popülizm / M. Burak Dağkılıç
Geçmişten bugüne bakıldığında, yenilikler ve değişimlerin hayatımızda sürekli bir şeyleri etkilediği hatta bir şeyin etkisine karşı verilen tepkinin de bir etki oluşturduğu belirgin şekilde karşımıza çıkmıştır, çıkmaktadır. Günümüz dünyasının en önemli sorunu ise egoist kişiliklerin toplumun her kesiminde kuluçkalar oluşturarak kendisine destekçi, egoist, ikilikçi kişilikler üretmesi. Bunu en güzel şekilde 21.yüzyılın başat faktörlerinden biri olan ve çoğu kişi tarafından bilinmeyip yanlış kullanılan “popülizm”de görmekteyiz.
20. yüzyılın sonu 21. yüzyılın başlarıyla birlikte kendini göstermeye başlayan popülizm kavramı, toplumsal olarak sadece vatandaş için değil, siyaset bilimciler tarafından da belirgin bir tanıma oturtulması zor bir kavramdır. Popülizm, doğrudan demokraside değil de daha çok temsili demokraside kendini göstermiş ve göstermeye devam eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Halktan temsil yetkisini alan ve yaptığı her şeyi, temsil yetkisinin kendinde olmasından dolayı doğru-yanlış sorgulamasında savunma gösteren popülistler, günümüz dünyasının bazı elit/elitist kesiminin yeni dünya düzenine karşı geçirmiş olduğu bir mutasyondur.
Geçirilmiş bu mutasyon, sadece elit/elitist sınıfı değil toplumun her kademesindeki egoist kişilikleri etkiliyor artık. Popülizmi bir bedenin beyni olarak ele alırsak bu beyne ait ruh, egoizm ve ileri seviyesi olan narsisizm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu beyin ve ruhun toplumdaki silahı ise sosyal medyadır. Bugün beğendiğimiz şeyler üzerinden daha çok beğenebileceklerimiz önümüze getirilirken, beğenmediklerimiz ise zamanla verilerle karıştırılan algoritmalara sahip yazılımlarla beğendiklerimizle birlikte önümüze, beğeneceğimiz şekilde tekrar getirilmektedir. Öyle ki; akıllı telefonlar masadayken konuşulan bir konu üzerinden 24 saat içinde bu algoritmalar aracılığıyla ürün ya da fırsat reklamları karşımıza çıkarılmaktadır. Hatta bugün bu çılgın teknoloji, kablosuz kulaklıklara ortam dinleme özelliği sunarak kulaklığı adeta “böcek” gibi ortamı dinleme adına kullanmayı açık bırakmaktadır.
Tüm bu ortamda bize ait olan değerler, doğumumuzla bize nişanlanan ruhumuzun erdem şirazesi, her geçen gün nefsimizdeki aç kalan ya da aç hissettirilen noktalarla değişiyor. Hepimiz ego patlamasına yakalanmış hasta kişilikler ya da medyanın ego açlığına büründüren post’larıyla gün geçtikçe sabırsız hale geliyoruz. Karnımız aç dururken nefsimizi doyurmalarımız, başka karınların da aç kalmasına sebep oluyor. Artık bir alanda, bir ofiste yahut bir evde birbirimize tahammülümüz kalmadı. Misafirin gelmesinden korkanlarımız, bugün yalnızlıktan şikâyet edip sosyal medya üzerinden dost aramaya koyuldu. Dün “hiç” diye gördüğümüz değerler, bugün parayla dahi alamadığımız kıymette. Bu durumda hep bir şeylerden şikayet edip bir şeyleri değiştirmektense benzer durumları yaşayan ve yaşatanlar üzerinden savunmaya geçen popülist bakış açısına sahip olanlar ise, gün geçtikçe kendi haksızlıklarını kara para aklar gibi aklama peşindeler. Büyük kalpli küçük adamlar, küçük kalpli büyük adamlar(popülistler) tarafından uçları kibir ve ego ile sivrilmiş mengenelerle bükülüyor. Ve işin acı yanı otoritenin ve kontrolün artırılması için meydana getirilen her bükümde insanoğlunun erdemi ve toplumun yapı taşı olan birey etiği eğiliyor.
Bu bağlamda kişisel olarak yaşanılanlara şöyle dönüp bakıyorum; büyük kıymetleri kaybetmeden Allah’ı hatırlamak gerektiğini, bu popülist ve egoist kalıplarla yürüyen ve nefes alan insanları gördükçe daha da iyi anlıyorum. Mesela anne-babasını kaybeden bireyler, Allah’a daha çok sarılıyor. Haksızlığa uğrayınca elden bir şey gelmediği anda Allah’a havale ediliyor. Deprem, felaket ya da çaresizlik anında Allah hatırlanıyor. Diğer yandan popülist insanlara bakıldığında, kendi yanlışlarının dahi bir haklı payının olduğunu savunmalarını yahut toplumda maddecilik üzerinden kendini ispatlamaya çalıştıklarını görünce bakir kalmış insanî yanlarımıza şükrediyorum. Çünkü onlar tarafından temiz kalınmış duygu yönlü yanlar, duygusal noktalar toplumda kıymetsiz ve güçsüz yönler olarak akıllara kazınmaya ve davranışlara indirgenmeye başlandı. Bu başlangıç ise sadece onların gösterdiği yönlere bakmamızla kendini gösterdi. Önce medya üzerinden “keşfet” butonlarındaki göstermek istedikleri şeylere odaklanma sağlandı, sonra gerçek yaşamımızda keşfetmelerini istediğimiz mekanlara yönlendirilmeye devam etti.
Buraya kadar çizilen tüm bu çerçeveyi bir kenara bırakıp aciz bir kul olarak, bir kardeşiniz olarak sorarım size; günde kaç kere gökyüzüne bakıyorsunuz? Kaç kez sadece havanın kokusunu, soğukluğunu-sıcaklığını hissetmek için derin nefes alıyorsunuz? Ya da kaç kez en yakınınızdaki sevdiklerinizin, yanınızda olduğu için kendinizi ne kadar şanslı hissetmeniz gerektiğini anlıyorsunuz? Bu sorulara verilen cevaplar genel itibariyle birçok insanda aynı üzülmeyin. Şahsi olarak bu sorulara verdiğimiz cevabın içimizi tatmin eden cevap olması için önce doğanın bir parçası olduğumuzu kabul edip doğaya hükmedenin biz değil Allah olduğunu unutmamamız gerekiyor. Sonrasında ise kendimiz için değerimizi iyi öğrenip kontrol merkezimizi ele geçirtecek boşluklara hayatımızda yer vermememiz gerekiyor. Toplumun neresinde, hangi mevkide ya da makamda, maddi-manevi değere sahip olursa olsun, iç dünyanızda kişilere ve olaylara yönelik kendi kişilik ağırlık merkeziniz olmalı. Objektif değerde yanlış olmasına rağmen, yaptığının doğru olduğunu iddia edip kendi bildiğinden vazgeçmeyenleri bırakın kendi bildikleriyle yola devam etsinler. Bırakın, yanlışlarıyla yüzleşmekten korkup egoya, hırsa, kibre sarılsınlar. Siz bilgiye, fiiliyata ve Allah’a sığındıkça geri kalanlar, bir yaprağın rüzgar karşısında uçuştuğu gibi havalı ve hafif bir görüntüden ileri gidemeyecektir.
03.02.2021