Kilitli Zincir (Yayla Yolunda) / Mustafa Alagöz
Yaylaya gitmek için günlerdir koyun sürüleri ile birlikte yol alıyoruz. Iğdır ovasını Horgov köyünün üstündeki Pamuk geçidini aşarak terkediyoruz. Geniş ovanın sıcak havasını baca gibi dağlara doğru çeken bu vadi su yolu olduğu gibi aynı zamanda antik çağlardan beri göç yolu görevini de görmektedir. Osmalı rus savaşında ova ahalisi ve civar köylerin sakinlerinden sağ kalanlar gece bu vadiden kaçarak İrana doğru geçmişlerdir. Öğleye doğru yorulan koyun sürüleri bir sekinin üstünde iki yakası derin kayalıkların olduğu vadinin üstünde rüzgar alan bir düzlükte dinlenmeye yatırıldı. Annesini bulamayan kuzular meleşip duruyor. Eşek sırtında yakınlardaki çadırlara su taşıyan kervanlara köpekler habire havlıyor. Uzaklarda çobanlar köpeklerini çağırıyor. Arı böcek ve kuş sesleri birbirine karışıyor. Ayaklarımda derman kalmamış çayırların üstüne ağızüstü yatmışım koyunların ayakları altında ezilen kekik kokusu ile başım dönüyor bütün sesler uzaktan ninni gibi geliyor. Aklım bu yüksek dağ geçitlerindeki şah yollarında zamanın cıngılına asılı kalmış kağnı ve nal seslerindedir. İpek kervanlarından geriye kalan paslı çıngıraklar ayaklarımın altında zamanın küllerine gömülmüş yatmaktadır. Bu geçitlerde ilkbaharda her kervan geçişinde yaşlılar eski çıngırak seslerine kulak kabartmaktadır. Çıngırak sesleri bir mengi şeklinde dalgalanıp mavi hava ile şişirilmiş bulutlara doğru yükseliyor. Rus harbinden geriye kalmış mevzilerde bu mevsimde ısırgan otu yükselmektedir. Doğa bütün cömertliğini göstermekte yeşilin alın morun hasılı bütün renklerin kuşak kuşak serpildiği yamaçlarda Haziran sıcağı buğulanıp yükseliyor. Çobanlar gün boyunca yolda topladıkları kuru tezeklerle ateşler yakıyor. Geniz yakan dumanlar aşağıdan esen rüzgârla savruluyor. Ovaya doğru inen vadinin içinden serin bir meltem esiyor. Yükselen hava akımları gökte girdaplar halinde yükseliyor. Hava akımlarında kanat açıp süzülen kartallar göç yollarını gözlüyor. Kayalıklarda keklikler habire ötüyor. Okul arkadaşlarım ve özlediğim şehir aşağıda düzde sisler ardında bir hayal gibi durmadan uzaklaşıyor.
Aşağı Çamurlu köyünden çıkalı dört uzun gün oldu. Bu mevsimde bütün ova ekili olduğundan düzde değil de Ağrı Dağı’nın eteklerine tutunarak ovanın dış çemberini dolaşarak ilerliyoruz. Bu yolculuk koyun sürüsünün adımlarına uyularak devam ediyor. Ara ara sürünün de en aksak ferdine tabi kalınıyor. Bu bazen tabak hastalığından topallayan bir dana, bazen de yeni doğan bir koyun olabiliyor.
Ağrı Dağı’nın etekleri siyah volkanik kayalıklarla kaplıdır. Ovadan bakıldığında daimi buzullardan dolayı dağın üst tarafı beyaz görülüyor. Yüksek yamaçlarını koyu yeşil bir kuşak sarar. Ovaya bitişik yakın etekler bazalt kayaların renginden dolayı siyah gözüküyor. Bahar yağmurları ile yükselen otlar bile bu kayalıkları saklamaya yetmiyor. Siyah kayalıkların aralarındaki düzlük alanları gelincikler kırmızı bir örtü ile kaplamıştır. Bu kırlarda tepeler art arda usulca yükselir. Birini aşarsın nefes alır rahat bir düzlükte bir zaman ilerlersin karşına yeni yeni tepeler çıkar böylece kayalıklarla başlayan tepeler ve rengarenk çiçeklerle bezeli düzlükler insanın yolu hemen bitirme hırsını aşındırır, ağır bir yorgunluk başlar artık zamanla yarışmaktan vazgeçer ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.
Bu yamaçlarda su kaynağı yoktur. Güneşte eriyen kar suyu gündüz buharlaştığından bu eteklere ertesi gece ancak varır. Hayvanlarını sulamak için bekleyen bu kırlardaki obalar ve göç halindeki koyun sürüleri bir gün önceden bu kör vadinin dibinde birikip durur. Bazen zirvelerde eriyen kar suları buralara ulaşamaz kuru vadilerde kumlar tarafından yutulur, sürüler bir gün daha beklemek zorunda kalır. İki gün önce ovada su içip kırlara çıkan göç sürüleri Haziran sıcağında susuz ilerlemektedir. Sıradaki su menzili çok uzakta olup Horgov köyündedir. Oraya ulaşmak için iki gün daha yol alınması gerekir.
Mecburen kapkara vadinin su doğurması beklenir. Yaşlılar bir gün daha oruçlu ağızları ile dua edeceklerdir. Hasta hayvanlara eşek sırtında çobanlar için taşınan sudan azar azar verilir. Köpeklerin dilleri sarkmış kör vadiler boyunca aşağı yukarı koşarak suya ulaşmaya çalışır. Bu şekilde giden köpekler geri dönmediğinden çobanlar onları bağlayıp peşlerinde dolaştırır.
Nihayet gece bir vakit çobanlar birbirine seslenmeye başlarlar. Köpekler serin su kokusunu almış gayri bağlasan durmaz, çamur akan suların izini sürüp bulur. Güneş doğmadan kumlar suyu yutmadan sürülerin suya ulaşması gerekir. Yorgun gecenin karanlık kanatlarında bir curcuna büyür, sesler birbirine karışır ve göğe yükselir. Köpekler boğuşuyor eşekler anırıyor. Su durulsun diye önceden yapılmış büyük göletler ve derenin dibinde kayalıkarın arasındaki oyuklar suyla dolar. Sürüler bu vadi boyunca yukarı sürülür. Vadinin siyah kumları başta olmak üzere yılan çıyan bütün hayvanlar suya doyar. Yakınlardaki obaların ahalisi çoluk çocuk ne kadar insan varsa eşeklerin sırtındaki teneke ve bidonları doldurur ve denklerini yükleyip geldikleri patikalardan tırmanıp giderler.
Hayhuy içinde meşakatli yolculuk yeniden devam ediyor. Önümüzde yine susuz kırlar uzanıyor. Yeni menzile varıncaya kadar art arda açılan çok sayıda tepe ve düzlük aşacağız. Bahar yeli her vadiyi yalarken her kayalıkta bir keklik zikre girmiş gazel okurken biz durmadan ilerledik. Simsiyah bazalt kayalıklarda kuluçkaya yatmış keklik, kuş, yılan, kaplumbağa her ne canlı varsa hepsini geride bırakıp ilerledik. Suya varacağımız gece yeni doğan bir kuzuyu kaybettik. Gece annesinin sesinden kuzunun kaybolduğunu anlayınca geldiğimiz yoldan geri döndük abimle beraber ay ışığında beyazlayan düzlüklerde sesinden bulup düşe kalka yakalayıp getirdik. Uzun süre onun sevincini yaşadık. Akşam konduğumuz göç etmiş çadırların yerinde derin bir kuyuda saklanmış kar bulduk üstünü kazıyıp suyunu köpeklere içirdik. Akşam karanlıkta gelincik giyimli yamaçlardan şehre baktık. Şehrin neon ışıkları içinde sanki bizden çok uzakta olan birileri yaşamaktaydı. Gece bir ara rüzgar kesilince sivrisinek istilasına uğradık. Sabaha kadar şehrin ışıklarını hülyalar içinde izlerken okulumu ve arkadaşlarımı daha çok özledim.
Susuz süren iki günlük yolculuktan sonra tekrar suya kavuşma sevincini yaşıyoruz. Sabah erkenden sürüleri sulayıp yaylalara doğru derin vadi boyunca yukarıya tırmandık. Yamaçlarda yükseldikçe ova ekili tarlalarla yamalı bir atlas gibi açılıp büyüdü. Köyler yeşil ağaç kümeleri ile beraber uzaklaştı ve nihayet sis bulutunun arkasında kayboldular. Yüksek dağ geçitlerini aşarak Iğdır ovasını geride bıraktık.
Yüksek dağların ardında saklı, köşe bucaklarından dürülüp çarşaf gibi bulutlarla göğe bağlanmış balık gölü vardır. Etrafında köyler dizilmiştir. Bu köylerin ahalisi buraya göl demez onların gözünde burası koca bir denizdir. Köylüler bu denizde tuttukları balıkları traktörler ile at arabaları ile Doğubayazıt’a ve bütün civar köylere götürüp satarlar. Köylünün geçim kaynağı olan bu deniz yaz mevsiminde turistlerin de uğrak yerlerinden biri olmaktadır. Yerli ve yabancı turistler bu denizin kenarında çadır kurar bol oksijen alıp dinlenirler. Göl, gözlerinin rengini yeşil dağlardan alır. Bu yeşil de insanın aklını başından alır. Bu kadar büyük bir su kütlesini ilk defa gördüğümden nefesim kesildi, uzun uzun seyrettim. Bu göl benim anılarımda halen yeşil bir denizdir.
Birkaç gün Ağrı Ovası’nda asfat boyunca ilerliyoruz. Bu yol İran’dan gelen E 100 karayoludur. Mazot kokan bu yolun diğer adı Nato yoludur. Gece gündüz mazot taşıyan kamyonlar bu yolda uğuldar durur. Ucsuz bucaksız buğday tarlaları ile çevrili agaçsız büyük köyler sağlı sollu sıralanmıştır. Gündüz yolun iki yakasındaki ekili tarlaları koyun sürülerinden korumak üzere ilerliyor geceleri ekilmemiş boş alanlarda hozanlarda konaklıyorduk. Eriyen asfalt boyunca yürüyen çobanların ayağındaki karalastikler gözlerini kan çanağına çeviriyordu. Koyunlar yola girdiğinde kamyonlar tıslaya tıslaya fren yaparak sürünün geçişini bekliyor. Bizim dünyamıza ait olmayan şoförler siyah gözlükleri arkasında durup bizi yukardan izliyorlardı.
Gece soğuk rüzgar eser ciğerlerimizi yakardı. Babamın bir salça tenekesi vardı, koyun sütü sağar ılık ılık içerdik. Sonra keçe içinde büzülür uyurduk. Babam ilahi bir güce sahip olup yemez içmez uyumazdı. Ramazan ayı olduğundan günü oruç tutarak geçirirdi. Gün boyunca yerlerde bulduğumuz kuru inek tezeklerini toplar eşek yüklerinin üstüne yerleştirirdik. Konakladığımız yerde üç taş yanyana kuyup ocak yapardık. İsli çaydanlığı hemen üzerine koyardık. En büyük lüksümüz babamın haşladığı burgu makarnaydı. Soğuk gecelerde sesini duymadığımız dünyaların pencere ışıkları olan uzak yıldızlar altında kıvrılıp hemen uyuyakalırdım. Babam üzerimize teri sıcak, eşek kokan çulları atarken yarı uykulu hayal meyal köpek havlamalarını duyardım.
Ertesi gün yeniden geniş asfalt başlar, Murat suyu yine yanlarını çarpa çarpa derin yarları döve döve bizimle beraber akar giderdi. Rüzgârla dalgalanan yeşil tarlalar bizimle uzayıp giderdi. Ucsuz bucaksız ova ve üstündeki engin bulutlar balon gibi önümüzde genişlerdi. İran’dan gelen tırların nazlı bir edayla virajları aldıkları bu yoldan batıya doğru gidiyoruz. Ara ara büyük yolcu otobüsleri de tırların arasında yamaçlarda ağır ağır tırmanıyordu. Kocaman olan bu otobüsler havalı tıslamaları ile bizi büyülerdi. Bir kere yolcuları artık bizden birileri değildi. Onlar bu çileli hayatı bir yolunu bulup geride bırakıyor bu devasa otobüslerin kanatları arasında ancak televizyonda serettiğimiz dünyalara doğru yol alıyorlardı. Korna sesleri bizi hülyalardan uyandırıyor zor zaptetiğimiz koyun sürülerinin tarlalara sıçrayıp girmesine neden oluyordu.
Yolun kenarında bulduğum boş sigara paketleri ve cola tenekelerini toplardım. Böylece uzaklardaki renkli dünyaların ayak izlerini takip ederdim. Asfalttaki yolculuğumuzun son günüdür. Batıya giden yoldan sapacağız. Alıştığımız kamyon ve otobüsleri özleyecegiz. Şoför mahalindeki çıplak tanrıça kadın fotoğrafları ve siyah gözlüklü kaptanları özleyeceğimiz. Egzoz kokulu yeni dünya hayallerini unutacağız. Artık karlı dağlara yöneleceğiz. Aladağ yaylası bizi çağırıyor.
Bu güzergahı kullanan her yolcu Kesuk karakolunu bilir. Kesuk karakolu Murat köprüsüne karşı yüksek bir tepe üzerindedir. Bu karakol yoldan geçen sürülerden ceza keser. Hayvanların menşe, aşı vs gibi eksik evraklarından dolayı yaylaya giden göçerlerden birer koyun cereme alırlar. Bakaye çoban varsa alıp askere gönderirler. Köprüyü şafak sökmeden geçmek için elimizi çabuk tutmalıyız. Demir korkuluklu Murat köprüsü yol ayrımıdır. Demir kanatlı köprüden yoksunluğa yöneleceğiz. Artık batıya akan yol hayallerimizi besleyemeyecektir. Yaylalara yöneleceğiz.
Günün ilk ışıkları ile uzaktan parlıyordu, şaranpole savrulmuştu. Gelen kamyonların önünden savruldum, koştum yolun öte yakasına kendimi zor attım. İki üç karış kadar bir zincir ve son halkasına takılı bir kilit. Pırıl pırıl parlıyordu, yeni düşmüş olmalı yoksa yağmura gerek kalmadan çiğ bile bir günde onu bozar pas tutardı. Aklım başımdan gidecek gibi oldu. Beni kimse görmeden hemen zinciri aldım. Zincirin son halkasındaki altın sarısı kilitin üzerinde kuran harfleri vardı. Kendi kendime bu bir işaret olmalı dedim. Onu aldım koynuma sakladım. Koşarak sürüye yetiştim.
Sürüler boncuk gibi bir birine eklenmiş aralarında birer çoban ilerliyor. Bizim obanın sürüleri dışında Iğdır ovasındaki diğer köylerin sürüleri de yayla yolunda ilerliyor. Yaşlı çobanlar birbirlerini tanıyor görüşüp hal hatır soruyorlar. Konuşmalar koyun kuzu meleme seslerine karışıp Murat Köprüsü’nde derin suların uğultusuna karışıp gidiyor. Köpek havlamaları, kamyon kornaları ve Kesuk karakolundaki nöbetçi askerlerin düdük sesleri seherle serin ovayı dip bucak çınlatıyor. Murat ırmağında balıklar uyanıyor. Yeşil deniz gibi genişleyip rüzgârla dalgalanan bütün buğday tarlaları ve çayırlarda kuşlar börtü böcekler uyanıyor. Murat boyunda sıralanan yabani söğüterde kargalar bağrışıyor. Benim mutluluktan ayaklarım yere değmiyor. Koynumda zinciri elimle yoklayıp sürünün ardında ilerliyorum.
Gün ilerlediçe, yamaçlar yükseliyor, ova bitiyor. Sürü otluyor ve ayak altında ezilen kekik kokusu etrafı sarıyor. Sürü yayılıp büyüyor tarla çayır hepsini kaplıyor. Koruyucular bağırıp çağırıyor. Babam şapkasını başına ters geçirmiş koşturup duruyor. Herkes sürüyü zapettmeye çalışıyor.
Yamaçlar yükseldikçe hava serinliyordu. Köyler seyrekleşiyor ekili tarlalar azalıyordu. Göz alabildiğine çayırlar uzanıyordu. Kuzeye bakan yamaçlarda kar yığınları halen duruyordu. Her köyün korucuları düdük çalarak küfür ederek diğer köye kadar bize eşlik ediyor. Bizi komşu köyün korucularına devrediliyor. Bizi herkes el birliği ile karlı dağlara sürmeye çalışıyor.
Şiddetli yağmurlar başladı. Dolu kafamızı dövdü. Yağmur durunca rüzgar elbiselerimizi kuruttu. Nehirlerini buzulların örtüğü karlı boğazlardan geçtik. Akşam tipi çıktı. Eski karlar rüzgârla savruldu. Göz gözü göremez oldu. Rüzgarda sürüklenen koyunlar birbirine karışıp dik kayalıklarda yığıldı. Buzullarda yığılıp ölmüş koyun keçi leşleri durmadan kokuyor. Yaşlı çobanlar sürülerin peşinde koşturup durdu. Erkenden karanlık bastı. Gece yarısından tipi dindi sonra ayaz oldu yıldızlar görüldü. Soğuktan dişlerim şakırdıyor. Koynumda soğumuş zincir ile büzülmüş yatıyorum.
Ertesi gün yeni köyler aşıp daha yüksek dağlara doğru yola devam ediyoruz. Göç yolu bizi yol kesmeleri ile meşhur bir köye ulaştırdı. Köyün içinden geçerken köy halkı damlara çıkmış bizi izliyordu. Köy çıkışında korucular önümüzü kestiler. Akşam çayırlara sürü salınmış dediler. Cereme olarak bir koçu boynuzundan yakaladılar. Babam yalvardı yakardı. Uzun mücadele sonunda bir miktar para karşılığında koçu kurtardı. Yola devam ettik. Bu kez de köyün dışında çocuklar bizi taşlarla sopalarla karşıladı. Kimi köpeklerimizi kaçırıyor. Kimi elimzdeki değnekleri büküp almaya çalışıyor. Etme eyle derken zor bela bunları da savuşturuyoruz.
Bu hengamede benim yaşlarda iki çocuğun saldırısına uğradım. Değneğimi elimden almaya çalışıyorlardı. Boğuşma esnasında koynumdaki zincirin şangırtısını duydular. Biri değneğimi almaya çalışırken diğeri kazağımı kemerimden yukarı çekerek zinciri yere düşürdü. Yamaçta çimlerin üzerinde üçümüz de yuvarlanıyorduk. Çocuklardan biri zinciri kaptığı gibi aşağıya doğru koştu. Diğeri peşinden koştu. Ben de onların peşinden nefesim yettiğince koştum. Çocuklar ilkbahar yağmurları ile yükselen çayırların içinde iyice küçülmüş bir harabeyi andıran siyah volkanik taşlardan yapılmış köyün evleri arasında gözden kayboldular. Bizim peşimizden koşan babam köyün içinde ensemden yakaladı. Bütün direnmeme rağmen sürükleyerek geri getirdi. Salya sümük ağlalıyordum. Babam günlerdir bana ağırlık yapan üzerinde kuran harfleri olan kilitli zincir için beni bir güzel patakladı.