DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kurumuş İğde Ağaçları / Mustafa Alagöz

Zarife doktora giderken kedilerini Gülali’ye emanet etti, minibüse binmeden önce dönüp; “Ben dünyada evimi yaparken, bak sen zalim felek, meğer kötü hastalık da içimde evini yapıyormuş” dedi. Gülali hızlıca yüzünü yana çevirdi, yüzünden akan gözyaşlarını göstermek istemedi.

Gülali, Zarife’yi yaylada görmüş çok beğenmişti. Kız da ona karşı boş değildi. Kız zaten köylüsüydü, küçüklüğünü bilirdi. Bu yaz daha bir serpilmişti. Şimdiye kadar nasıl da görmezden gelmişti genç kızın işvesini nazını. Gülali, evin yedinci oğlu. Evlenme sırası onda. Ailesi kızı istedi, evlendiler. Evleri yayladan köye dönünce sonbaharda…

Yine bir yayla dönüşü. Evden ayırdı babası onu da diğer ağabeyleri gibi. Bu gelenekti bütün ovada. Evlenen oğullar baba evinden ayrılır, köyün devamına evlerini yaparlardı. Böylece köy büyür giderdi. Yolun iki yakası boyunca yeni yetme gençlerin evleri sıralanırdı. Emaneten, Gülali ile eşi babasının ahırının devamındaki müştemilatta kışı çıkardılar.

Köyün dışında, köyün Ağrı Dağı’na bakan tarafında ev yapacaklardı. Zarife, “tek göz evler tarihte kaldı” derdi Gülali’ye. “Evim iki göz olmalı” derdi. Küçük holde sedir olacak, üzerine yer yataklarını katlayıp koyacaktı. Kendi elleri ile yaptığı halılarla odasını özenle serilip döşenecekti. Yer minderleri, dokuma halı ve kilimler has yünden olacaktı.

Odanın penceresi perdeli olacaktı, perde kalın kumaş olacak üzerinde karşılıklı bakışan iki tavus kuşu ile desenli olacaktı. Bembeyaz badanalı duvarını şoför olan ağabeyinin hediyesi, Tebriz kilimi süsleyecekti. Hele ahır eve bitişik olmamalıydı. “O da ne öyle, hele bu zamanda… “Babanın evine benzer bir ev istemem” derdi gelin.

Gülali, o yaz yaylaya çıkmadı. Oysa kendisi yaylalarda tanınan, aranan bir çobandı. Hiç bir ağanın, beyin çobanlık teklifini kabul etmedi. Babasının verdiği birkaç koyunu Zarife’nin babasının sürüsüne katarak Sinek Yaylası’na gönderdi.

Yeni damat ilkbaharda Zarife ile beraber inşaat işine başladı. Çamurlar birkaç gün önceden çıplak ayaklarla karıldı, eski buğday samanı ile harmanlandı. Kırmızı çamurun içine deve dikeni samanından bolca konuldu duvarlarında fareler yuva yapmasın diye. Çamur ekşimeye bırakıldı.

Köyün muhtarı Hacı Mehmet emmiden tahta kalıplar emanet alındı. Kerpiçler kalıba döküldü, yazın alazına serildi. Zarife, kuruyan kerpiçleri el arabası ile inşaata taşırdı. Gülali, artık çobanlığı bırakmış, duvar örerken bir taraftan da hayal kuruyordu. Hayalinde meşhur bir duvar ustası olmuştu.

Yazın ortalarına doğruydu, duvarlar örülüyor, ev yükseliyordu. Gülali yarı beline kadar serin sulara giriyor, Kamış demetlerini kesip getiriyordu, sivrisinekler başında dolanıyor, güneşte lime lime çürümüş gömleğine aldırış etmeden kanını emiyor, yüzünü gözünü morartıyordu. Böylece bu yazın hatırası olarak derisinin altında artık sıtma ile yaşayacaktı.

Karasu bataklıklarının kamışlarından en iyilerini kuçak kucak seçerek orakla biçiyordu. Zarife ise beraber biçilen kamışları taşıyıp bataklığın dışında, kenarda bağlıyordu.

Komşu köyden Nevruz kirveye kavak ağacı siparişi verildi. Gülali titizlenir, dönüp dönüp “kirve en düzgün olanlarını keselim haa” derdi. Büyük gümbürtü ile ağaçlar devrildi bir bir, havada kargalar bulut gibi dolanıp durdu… Zarife’in odasının damını süsleyecek olan kavak ağaçları yerde boylu boyunca yatıyorlardı. Soyuldu kurumaya bırakıldı bu sütunlar…

Zarife’in babasının öküz arabası ile bir gün boyunca tomruklar taşındı. Karasu Irmağı’nın beton köprüsünde öküzlerin boynundaki çıngırağın sesi suyun şapırtısı ile sazlıkların hu husu ile zamanın için bir gider bir gelir oldu. Yarpuz kokusu, nane kokusu ve suyun sesi Zarife’yi alıp oradan götürür oldu. Bu sesler sanki yayladan geliyor, Karasu yaylalardan haber getiriyor gibi, akıp gelen sularda yarpuzun kokusuna, kır çiçeklerinin tozuna, akşamüstleri karşıki yamaçta Gülali’nin sevdalı türküsüne bulanıp geliyordu. Bu sesler, Zarife’in hayallerini nasıl da yeşertiyordu. Yaylalarda derin vadilerin yamaçlarında kuzu kırkma zamanıdır, uçsuz bucaksız sırtlarda çayırlar nasıl da rüzgârla sallanıyordur şimdi. Zarife köprüden bakınca ağır ağır akan suda balık yavrularını görüyordu. Dönüp dönüp öküz arabasının arkasından yorulmuş, gelen Gülali’ye bakıyordu. Aklında neler vardı, onların da yavruları olacaktı, sazlıklardan gelen bülbül sesleri ile Zarife nerelere gidiyordu orası bilinmezdi.

Komşuları el attı, ağaçlar dama yerleştirildi. Ovanın sıcağı yazın fena bunaltıyordu. İçme suları zaten tuzluydu, bu da yetmezmiş gibi bir de Gülali’nin geçici evi olan çadırda su çok ısınıyordu. Ovanın karşı yamacında, Aras Nehri’nin öte yakasında olan Erivan’da ışıl ışıl parıldayan sokak lambalarına karşın köyde elektrik henüz yoktu.

Zarife akşamları bir tenekede ateş yakarak tezek dumanı ile sivrisinekleri kovuyordu. Gün batımı ile içme suyunu toprak çömlekte serinlemeye bırakıyordu, sabaha kadar ılgıt ılgıt esen serin Alagöz Dağı’nın rüzgârı ile anca serinliyordu.

Duvarlar hızla yükseldi. Birer metre ara ile tomruklar sıralandı. Üzerlerine kamış hasır serildi. Keçi kılından iplerle kamışlardan çit yapıldı, dam bir güzel süslendi. İki kapı bir pencere yaptırıldı, sarı renge boyandı, Evin üzeri sıvandı, evi kötü ruhlardan koruması için ön köşeye boğa kafası iskeleti konuldu. Evin duvarları çamur ile güzelce sıvandı.

Geçen zaman içinde Zarife’nin istediği yere, evin önünde basık damlı küçük bir ahır yapıldı. Biçilen kışlık otlar ahırın damına yığıldı. Avluda tandırlık ile samanlık yapıldı.

İlerde, avluda çocukların rahatça oynayacağı kadar yer bırakıldı. Evin avlusuna tulumba vuruldu. Önüne bahar mevsiminde birkaç söğüt ve yakındaki su arkının kenarlarına iğde ağaçları dikildi. Avluda koyun sürüleri doldu boşaldı.

Gülali, önceleri sözünü etmeye utandı. Aradan yıllar geçti fakat çocukları olmadı. Zarife’nin anne babası destur verdi. Civardaki köy kasaba ve şehirlerde soruldu. Ne kadar şeyh, dergâh, hekim, büyücü hepsi gezildi.

Çeşme başlarında toplanan kadınlardan kimi Gülali’den kimi Zarife’den dedi. Bu durum uzun yıllar böyle konuşuldu, konuşanlar yoruldu. Gülali yoruldu, Zarife yoruldu.  Ama çocukları olmadı. Boynu bükük, gözleri nemli, yaşları ilerledi, kırklara dayandı.

İğde ağaçları ile çevrili hisarlı avlularında zamanla ahırları çoğaldı. Ahırlarının damlarındaki kırlangıçlar her baharda yeniden yavruladı. Koyunları kuzuladı. İnekleri doğdu. Kedileri, köpekleri üçer beşer yavruladı. Ama Zarife doğurmadı.

Köyde yeni evlenen gençlerin yaptıkları evler, onların evi ile köy arasındaki uzunca boşluğu doldurdu. Yeni evlenen çiftler eski huğ tipi evler yapmıyordu. Yeni evler artık daha büyüktü, iki oda bir hol, küçük balkonu ve kapısı dışarıya direk açılan misafir odasından oluşmaktaydı.

Köye elektrik geldikten birkaç yıl sonra muhtarın evine telefon bağlandı. Derken köye Hacı Mehmet Emminin lotu oğlu televizyon bile soktu. Hacı hocalarda bir istememe bir telaş…  ‘Köyde ar edep kalmadı canım’ denildi, bir dönem böyle geldi geçti.

Gençler tarafından Gülali ile Zarife ikna edildi. Doktora, büyük şehre gönderildi. Dönüşleri uzadı, akrabalar merak etti. İstanbul’daki akrabalardan haber alındı. Çocuk için gidilen hastaneden kötü haber alındı. Zarife’nin kötü hastalığa yakalandığı ve oldukça geç kalındığı anlaşıldı.

Ömürlerinin geri kalan kısmı da doktor, hastane peşinde dalaşarak geçildi. Bütün koyunları satıldı, Zarife’yi kurtarmaya yetmedi.  Kapılarında para eden bir şey kalmadı. Kedi, köpekleri yaşlandı. Kapıdaki tulumbanın başında, Zarife’nin kendi elleri ile diktiği iğde ağaçları yaşlandı, yere yaslandı, kurudu. Evlerinin boya badanası el yapımı güzelim halılara döküldü. Duvarın sıvası döküldükçe, Gülali’nin da dişleri seyreldi, saçları döküldü, ensesinde kalanlar da kırlaştı. Artık iyice eskimiş evlerinin damındaki çitlerin iplerini güveler kemirdi. Damdaki kalasların kurt yeniği deliklerinden nem çekmiş, güve yemiş keçelere unlar serpildi. Köpeklerini sahipsiz kalmasın diye komşuları yanlarında yaylaya götürdü. Doktorlar Zarife’yi eve götürmesini istedi. Yapılacak bir şey kalmamıştı.

Gülali, Zarife’yi bir sonbaharda, bir göç zamanı, bir yayla dönüşü zamanı, deve dikenlerinin biçildiği, iğdelerin kızardığı, Karasu Irmağı’nın suyunun azaldığı, Aras Irmağı’nın kenarında yabani söğüt ağaçlarının renklerini ekşittiği bir zamanda dualarla, âminlerle, ağıtlarla toprağa verdi. Zarife’nin yaşlanmış kedileri geride, evin avlusunda kaldı.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 18 eseri bulunmaktadır.