DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Çerâğıma Püf Diyenin Hak Yandırsın Çerâğını / Ayşe Rahşan Gürel

Anadolu irfân ocaklarında, dışardan gelen kişinin o mecliste irfânî konular konuşulduğunu anlayabilmesi için köşede bir çerâğ yanarmış. Çerâğ yanmıyorsa, o mecliste her şey konuşulabilir, anlamına gelirmiş…

Buna göre “çerâğı uyandır”demek, “gözünü kapat da içindeki gönül mumunu tutuştur” anlamına gelir. Zira ışık sönmez ki ‘yak’ denilsin. Nur yok olsa, âlem çöker. Bizim ışık dediğimiz, İlahî nurun fizik âlemdeki soğutulmuş, seyreltilmiş hâlidir.

İrfân ocaklarında, Kuranî bir okuyuşla bir cüzler, uzuvlar felsefesi geliştirilmiştir. “Taşra” denilen ‘Dışarısı’ içeriye davet içindir. Kapı, dışla iç arasındaki köprüdür.

Allâh Taâlâ, “yedullahi fevka eydihim” buyurmuştur.

“Benim elim Rasûlümün eli üstündedir” Yani O’nun eli Benim elimdir…

“Geceyi yorgan yaptık” “Eşleri birbirine libas yaptık” demiştir. Peygamber-i Zişan, “Kuran ile (Kâmil) İnsan ikiz kardeştir” buyurmuştur.

Bu üslûp bize insanın eşya ile uyumunun, eşya ile akraba kılındığının bir ifadesidir. Bu, “Eşya senin bir uzvun gibidir. Ondan sorumlusun ey insan” demektir.

Ârifler, bu bakış açısı üzerinden bir varlık okuyuşu geliştirmişlerdir. Buna göre, maddeye hâkim olmanın yolu, maddeyi inkâr ile mümkündür. Varlık düşüncesi, insanda ontolojik olarak bir yer kaplıyorsa, kilitlenmeye sebep olur. Varlık kaydına düşen uzuv, kanser olur. Yani oradan maneviyât ışığı geçmez.

Kanser; Modern insanın popüler çağ hastalığı. Diğer adı; Gayesizlik yani Anlamsızlık. Anlam vereme, küresel imha projesi olarak bakabileceğimiz ciddi bir rahatsızlık olarak ele alınmalı…

“Düşünme arzu et sade / Bak böcekler de öyle yapıyor”  “Trik trak trik trak/ Olur mu hiç çalışmamak”

 

TÜKETİYORSUN ÖYLEYSE VARSIN

 

Bilhassa genç-insanı hayatın anlamını düşünmekten alıkoyan çok-amaçlı projeye göre, maneviyâtı düşünürsen, hayatına bir anlam ararsan, modern kapitalist tüketim ağının dev çarkına esir insan modeline uyum sağlayamazsın. Çünkü hayatın anlamını nesnelerde değil, kendinde arayan insan ancak onu yaratan Rabbine kul olur. Bu dehşet bir durumdur. Ve hemen dev çarktan fısıltılar yükselir: Ey insan; sen ancak tükettiğin kadar varsın. Araban kadarsın, yatın katın titrin kadarsın…

“Onun arabası var güzel mi güzel / Şoförü de var özel mi özel / Maalesef ruhu yok”

İşte tam küresel tüketim çarkına uygun model-insan! Zaten yakında sana ihtiyacımız da kalmayacak. Dünyayı kendi yarattığımız roboteklerle yöneteceğiz… Eller keyifle ovuşturulur. Kâr, beklenenin de üstündedir…

 

 

 

HEMŞERİM YOLCULUK NERE?

FE EYNE TEZHEBÛN…

Halbûki geleneksel anlamda kişiyi ‘insan’ yapan sahip olduğu irfânî doku ve ne kadar tekâmül ettiğiydi. Kimse, onun vâridatıyla ilgilenmez, kulluğa dair katettiği mertebelerine itibar ederdi.

Şimdilerde, telefon markasının üst sürümüne göre sıralanıyor insan. Şarj edilen arabasıyla ağırlanıyor…

Yıl 2150 diye bir kitap yayınlandı. Bu yeni-sürüm insana başkaldıracak daha-yeni bir nesilden bahsediyor. İnsanların ahlakî değerlerine göre renk alacak elbiseler zikrediyor. 130 sene sonra öncelikleri değişecek, daha bir insana dönecekmiş insan…

Tam olarak neyin kastedildiği anlaşılmasa da, yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığına dikkat çekildiği ortada.

Yeryüzünün çağrısına kulak vermeli insan. Sen ey beni imarla mükellef insan benim helâkim olma. Benimle helâk olma! Bu kutsal çağrıyı işitmediği, aslını inkâr ettiği her çağda insan hüsranda kalmaya mahkûm olmuştur.

“Ve’l-asr/İnnel-insâne le fi husr”

Çağ, tanıklığa çağrılmaktadır her devirde. İnsan, insan kalmayı başarabildi mi diye?..

 

KASADA KESEDE CAİZ KALPTE CAİZ DEĞİL

 

İnsan, sahip olduğu şeyin ‘hakk’ını verdiği, gerektiği yerde ve miktarda kullandığı, gönülde değil elde tuttuğu, elde de tutmayıp elden ele sevkettiği müddetçe sıkıntı yok. Bunun için ârifler ocağında takdir gören insan modeli, “El kârda gönül Yâr’da olan damıtılmış, süzülmüş safkan insandır. Nettir. Küsûratsızdır.

Gönül, ‘Beytullâh’ olarak itibarlı surette var kılınmıştır. Dolayısıyla onu Sahibinden başkasına kiraya vermek, edebe uygun düşmez. İnsan, sadece o mükerrem evi ağyar kaygısından âzâde, temiz ve mamur kılmakla mükelleftir.

Zira bilir ki “Padişah konmaz sarâya hâne ma’mûr olmadan”

Dert, aynı zamanda dermanın da içinde saklı olduğu bir emanet sandığı gibidir. İnsanın nereden gelip nereye gittiğini yani ‘anlam’ını yeniden bulmasını sağlayacak çözüm, yeniden kurucu isim ve metinlerden,

“Her kim bana taş atarsa güller nisâr olsun ana

Çerâğıma püff diyenin Hak yandırsın çerâğını”  diye çağlayıp coşan, kuşatıcı, kaynaştırıcı bir dil edinmektir.

Cehenneme insan kaydeden değil, Cehennemden insan toplayan bu şifacı dili öğreneceğimiz mektepler hâlâ mevcuttur. “Ârif Dili ve Edebiyatı” anabilim dalları el-an fa’âldir. Yeter ki kutsal bir arayışımız olsun.

Muhtaç olduğumuz hafıza kuvveti ve zihin açıklığı, damarlarımızda dolaşan sağlam cümlelerin irfanî mayasında mevcuttur!

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 23 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları