DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Allâh’tır Asıl Vatan / Ayşe Rahşan Gürel

Bazen en derin konuları anlatmak için kıssalar bize yardımcı olur. Bazan bir mesel, aklın tıkanmış damarlarını açar da kana karışıverir. Bunun içindir ki Arifân-ı İlahi dediğimiz büyük akıllar kıssalardan kaleler kurmuşlardır.

Bahaeddin Veled Hazret Anadolu’ya göçerken kendisine “Kimsiniz, nereden gelir nereye gidersiniz?” denildiğinde; “Afganlıyım, Türkmenim…” demez. “Allah’tan gelen Allâh’a gidenleriz” der…

Asıl anavatan Allah’tır çünkü.
İnsan, kendini bildiğinde Allah’ını bilmiş olur. Allah’ı bildiğinde, kendini bağlayan bağlardan kurtulur, hür olur.
Dünyadan, mülkten, iktidar hırsından, baş olma sevdasından, uzun emellerden özgürleşir.
Bunun için Allah’ın dostlarına “Ahrâr” denilmiştir. Yani: hürler…

 

Allâh, Dostlarıyla İnsanı Yüksek Bir Bilince Çağırır



İnsan kendi başına ‘hür’leşemez. Hep bir özgürleştirici arayışınadır yolculuğu; bilse de bilmese de. Çoğu kez doğrusunu bulamasa da…
Tezkiretü’l-evliya nâm dev eserlere bakınca gördüğümüz hep budur.
Yunus’un Taptuk’u vardır, Mevlana’nın Şemsi, Hüdayi’nin Üftadesi…
Hele bazı hür kılıcı ruhların öyle bir feyiz kudreti vardır ki asırlar sonrasına da yanında yöresindeymişcesine tesir eder. Bayezid’e yetişen Cafer Sadık nefesi gibi, Harakanî’ye erişen Bayezid sadası Nakşibend’i usta kılan Göcdüvanlı Abdülhalık sultanın irfan bağı gibi…

Lakin biz soylu özgürleştirici ruhların mahiyetini hakkıyla idrâk edemedik. Zira Selçuklu Konya’sında cereyan eden bir macerayı Washington’dan, Paris’ten, Londra’dan seyredenlerden dinleyince, okuma hataları ortaya çıktı.

Nerden Geldiğini Bilen Âlim Nereye Gideceğini Bilen Ârif Olur

İnsan, Allâh’a yabancılaşınca, hakikati yanlış yer ve şekiller arasında aramaya başlar. Maddeyi putlaştırır, insanı kültleştirir. Hakla bâtıl arasındaki çizgi inceden incedir çünkü.

Eğer Hakk’ı seven aşıklara yolunun düşmesi nasip olursa,
“Ben taşrada arar iken
Ol cân içinde cân imiş”
basiretli itirafları ifadeye dönüşür bu sefer.
“Sevmek derdi beni boğar
Ya ben öleyim mi söylemeyince” diye feryada başlar.
“Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvân imiş”
misüllü bir geliş-gidiş muhasebesi zaruri olur.

Kıssalar Onu Söyler

Güzeller güzeli Mus’ab, analar kuzusu Mus’ab, radıyallahu anh, Medineye gönderildi En Sevgili tarafından…
Medine sokaklarında güzel sesi yankılanıyordu:
Bir Peygamber var; canlar ona kurban olsun.
Bir benzeri yok. Tek ve yegâne olanı kimse onun gibi anlamadı anlatamadı…
Mus’ab’ın sesi Medine halkına öyle hoş öyle candan geldi ki aşık oluverdiler o Güzeller Güzeli Sevgiliye.
Can bağladılar. Yakınlaştıkça yakınlaştılar.
Lakin Mus’ab zahirde Sevgilinin uzağından da uzaktaydı. Olsun. Gönlü mutmaindi.
Onu anlatma lutfu ona verilmişti ya…
İnsanları onun anlattığı Allaha çağırma ikramı ona layık görülmüştü ya…
Uzaktaydı, çok uzaktaydı.
Lakin onu andıkça ona benziyordu gitgide.
O kadar ki şehid edildiğinde herkes Allah Rasulü şehid oldu sanarak mâteme bürünmüştü.

Böyledir. Ruh benzedikçe bedene akseder.
Bâtın aynileştikçe zahir de sevilenin hem suretine hem sîretine bürünür.
Bunun içindir ki ham üzümler olgun üzümlerin yanına dizilir ki baka baka kararsınlar.
Ne güzeldir ruhun tekâmül yolculuğu…
İnceliklerden haz ede ede incelmesi…
Ne güzeldir Hakkın,
eşref-i mahlukat olarak yarattığı ‘insan’dan haklı çıkması…

Şems’ten çok Mevlana’yı konuşuruz. Şems’in yangını Mevlana’dan büyük olsa da…
Sevdaların alem olacağı o Güzellik burcu Peygamberimiz Efendimiz, Mus’abı için nice yanmıştır; zikretmeyiz. Bu doğaldır. Âşık’ın mecerasıdır destanlaşmayı hakeden. Çünkü örneklik teşkil edecektir.

Şimdi bizim kaybettiğimiz, bu İslâmlık ruhudur. Bu ruh içinde var olan ‘model-insan’ı kaybettik. Kıyamete kadar ve bütün insanlık için yegâne ‘Usvetü’l-hasene’ olana baka baka kararmış, olgunlaşmış insan tekini kaybettik. Ve insan, yalın-ayak kaldı.

Onlar, varlar. Her yerde, her suretteler. Sadece kıymetini bilmeyen gözlerden ‘gayb’ oldular.

Şimdi şeş-cihetimiz ‘kıssa’ dolmuş. Her yer Mevlâna-Şems kaynıyor. Dokunduğun yerden bir büyük hikâye fışkırıyor. Lakin işittiklerimiz bizi insan kılmaya yetmiyor.
Niye?
Tatmadan anlatmak, örtmektir çünkü. Hakikati bulmadan izhar etmek, gizlemektir…
Böyle söylemiş her biri dalında kâim salkım üzümler gibi olan büyükler…

“Aşk nedir?” deyince; Hazret, “Ben ol da bil!” diyor. Hâl ehli, kâlden hazzetmez. Lakin aklı kelimeler onardığı için yazmak da edeptendir yeri gelince. Usta’nın dediği gibi, insan zamanı tanıklığa kelimelerle çağırır. Kıyamda, rükuda, kuudda…
İnsanla kalemin ilişkisi, namus borcu gibi görüldüğünde; insan o zaman günde beş vakit yazmalıdır.
Çünkü söz, devlettir!

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 23 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları