DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Ez Kesirîm / Cihangir Boz

Hava oldukça sıcak ve bunaltıcıydı. Tıka basa dolu otobüste ayakta yolculuk işin tuzu ve biberiydi. Ter içinde bunalan adamcağız yaşlılığın yorgunluğundan elini askı kayışından bırakıp terini bile silemiyordu. İneceği yere daha dört durak vardı.

Oğlu yaşında, ders notları rulo şeklinde ellerinde duran gençlerin kendisine yer vermeyişlerini çoktan kanıksamıştı. Ya sabır! İşte iki durak sonra inecekti.
Nihayet elindeki poşeti sıkı sıkıya tutarak kalabalığın arasından kendini dışarı attı. Her bunaldığında bu büyük şehire, O’nu buraya getirenlere, otobüslerine, taksilerine, yürüyen yürümeyen merdivenlerine verip veriştiriyordu. Sitemlerinin işe yaramadığını anlamış olmalı ki artık susuyordu. Köyündeki rahatlığı, sakinliği temiz havayı sadece özlüyordu. Çünkü çocukları, köye ait tarlasını, tapanını kısaca her şeyini satmışlardı. Geri gidecek imkanı kalmamıştı. O yüzden ayrıldığı ve büyük özlem duyduğu köyünü sadece hülyalarında yaşatıyordu.

Merdivenlerin her basamağını ikileyip, ellerini dizlerine dayayarak üçüncü kata zoraki çıktı. Birinci katta oturan ev sahibine görünmediğine sevindi. Çünkü yirmi günü geçmesine rağmen kirayı ödeyememişti. Hanımının ve kendisinin yaşlılık maaşları geçinmelerine yetmiyordu. Üstelik hanımı hasta yatıyordu. Solunum yetmezliği vardı. Poşetteki ilaçların parası, hasteneye gidip gelmeler hesapta olmayan bu harcamalar; kirayı, elektiriği, suyu aksatmıştı.

Koyu kahverengi çelik kapıyı anahtarıyla açtı. Kapı hafif aralandığında iki kağıt parçası yere düştü. Bunlar fatura mı dedi içinden. Gerçi fatura tarihlerine daha vardı. Yerden aldığı bu kıvrık kağıtların üzeride ki kırmızı puntolu harfleri okumaya çalıştı. Gözlükleri olmadığından başaramadı. Sağ elinde poşet, sol elinde kağıtlar kapıyı sırtıyla kapatıp içeri girdi. Koridorun sonundaki küçük odada hanımı başını yana eğmiş, hırıltılı hırıltısız yatıyordu. Kapı sesiyle uyanan kadın derin bir nefes aldıktan sonra, “Teyramin tuyé?” diye sordu. (Teyramin. Şahinim, ya da kartalım anlamındadır. Şahinim sen misin? ) Köy yaşamından kalan tek sermayeleri birbirlerine hitap şekilleriydi. Adam poşeti Küçük sephaya koyup hanımına cevap verdi; ” erı gevamın” (evet kekliğim). Sonra televizyon sehpası çekmecesini çekti. Gözlüklerini taktı. Elindeki elektrik ve su kesme ihbarnamelerini okudu. Ruhu daraldı. Ne yapacağını, kime başvuracağını bilemiyordu. Hanımı yatağında pencereden bakıyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Sonra kocasına döndü. “Ben susuzluktan kavruldum. Bana bir bardak su.”  Ağır bir yük taşımış gibi nefes nefeseydi. Adam yerinden kalkıp küçücük mutfağa gitti. Raftan aldığı bardağı musluğa dayadı. Musluğu açtığında bir miktar hava fıslayıp boşaldı. Sonra iki damla su aktı. Hepsi o kadar…

Belki dolapta bir bardak su olabilir diye oraya yöneldi. Buzdolabını açar açmaz etrafa kokmuş peynir kokusu yayıldı. Elektrikler kesik olduğundan dolap çalışmamış haliyle içindekiler kokmuştu. “Vay be bir bardak suya hasret kaldık.” Diye mırıldandı. Hanımı O’na doğru dönerek yavaş yorgun konuşmaya başladı.

“Zani Teyramin, yayladaki çır çır suyu aklıma geldi. Ah o sudan olsaydı. Ha doya doya içseydim. Yayla nerde kaldı Teyramin? Öküzlerimiz vardı, çiftimiz çubuğumuz vardı, tavuğumuz, koyunumuz vardı. Ah o koyun yoğurdu. Ha Teyramin nerde kaldı onlar?”

Siyah beyaz karışımı, hafif dağınık saçlarını sol eliyle düzeltti. Sağ elindeki boş bardağa bakıp bakıp bir of çekti. ” Ya rabbi bu ne şimdi? Bu nasıl zor bir imtihan? Gevamın bir bardak suya hasret ben bir ekmek parasına. Yan komşudan istemekten başka çare kalmadı. Sahi ne komşusu ne komşuluğu? Kaç yıldır burada oturuyoruz adamın adını bile bilmiyorum?”

Kapısını açık bırakıp binanın holuna çıktı. Yan komşunun kapı tokmağını çekine çekine tıklattı.

Küçük bir çocuk sesi “kim o?” şeklinde karşılık verdi. Adam ensesini kaşıya kaşıya, “kızım ben yan komşunuz. Bir bardak su isteyecektim.”

Kızın sesi bir kuyudan yükselir gibi geldi,

“Annem kimseye kapıyı açmamamı söyledi. Etraf hırsızlar, sapıklarla doluymuş. Kusura bakma amca kapıyı açmayacağım.”
Çaresiz eli boş döndü. Hanımı bu kez kapı sesine yöneldi. “Ez kesirim Teyramin kané av? (Ben susuz kavruldum Şahinim hani su?)

Zavallı adam hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Bu ne yaman yoksulluktu böyle. Kekliğine bir şey diyemedi. İri elmacık kemiklerinin üstüne gerili derisi çizgi çizgiydi. Alnında boncuk boncuk ter damlaları gür kaşlarını ıslatıp yanlardan aşağı akıyordu. Kendisi de hayli susamıştı. Şimdi ne yapacaktı? İki sokak aşağıdaki markete gidip su almaktan gayri bir yol kalmadı. Peki su alacak parayı nereden bulacaktı? Şimdi sırası değildi. Tabanlarına bastığı ayakkabıları ayağına takıp merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Hanımı, beyini evde sanarak konuşmaya devam ediyordu. “Teyranin biliyon mu az önce anam yanıma geldi. Bana güvercinli deresinden su getirdi. Çok içtim ama doyamadım. Beraber şehitlikteki çeşmeye gittik. Koyunlarımız için yaptığın ağıl öylece duruyordu. Teyramin hani su? Ez kesirim.”
Yılların yıprattığı dizlerinin ağrısına aldırış etmeden kocaman markete girdi. Yeşil maydanozların, sarı limanların, mor lahanaların, Kara beyaz turpların, kırmızı domateslerin dizili olduğu sebze meyve reyonundan süt ürünleri reyonuna, oradan boy boy, renk renk şişelerde meşrubat ve su reyonuna geçti. Bir buçuk litrelik bir pet şişe su aldı. Temizlik malzemelerini göz ucuyla geçti.

Kasadaki genç kıza söyleyecek lafların provasını yapmaya başladı.

“Kızım şu an param yok. Benim kekliğim hasta ve çok susuz. Bu suyun parasını sonra getiririm.” Önündeki evli çift kasadan bip bip sesleriyle geçirdikleri eşyaları poşetlere dolduruken, kasiyer kız önce Üçyüz yirmibeş lira otuz kuruş tutarını söyledi.

Ardından “şifre lütfen” dedi. Gözlükleri tepeside duran adam şifre girmeye eğildiğinde bizimkine baktı. Kıza dönüp “Amcamın suyunu da geçir. Bu gün babalar günü. Benden olsun.”

Kız kibarca peki bey efendi” cevabıyla “Amcacığım suyunuzu alabilir miyim?…”

Bu durum büyük bir ikramiye gibiydi. Elindeki su değil hazineydi. Hafif eğilmiş bacaklarını nasıl attığının farkına varmadan ilerliyordu. Birden Babalar günü kelimesine odaklandı. Öyle ya, iki oğlu, beş kızı vardı. Hepsi de evli barklıydı. Kendisi de bir baba olduğuna göre bu gün kendi günüymüş. İyi de hiç mi hatırlamazlar?…

Şimdi ev sahibine görünmeden geçmeliydi. Binanın girişinde içeri adımını atar atmaz ev sahibi ile burun buruna geldi. Ağzında tükürüğü kurudu. El alışkanlığı ile mendilini çıkarıp alnında ve boynunda biriken tuzlu sıcak su damlacıklarını sildi. Adamın ayağındaki sandalet ayakkabılardan gayri bir şey görmüyordu. Ev sahibine bir şeyler malum olmuşcasına, “Sabri Amca ben çocuk okutuyorum. Bir benim bir bu kiramdır. Başka da gelirim yok. Kızım yurt parasını yatıramamış. Ha bire telefon açıyor. Şu kirayı…” Cümleyi tamamlamdan Sabri Amca’dan cevap bekledi. Sabri Amca, “Tamam, tamam, tamam” diye diye merdivenleri tırmandı. Ev sahibi arkasından bakakaldı.
Düşüp bayılmadığına kendisi de şaştı. Suyu bardağa boşaltıp hastanın odasına yöneldi.

“Gevamın sana su. Yayladaki çır çırın suyu. Al gevamın. Al gulamın.”

Sonra eliyle kekliğinin yastığını yükseltti. Hasta, bir ‘bismillah’ çekip suyu azar azar içti.
“Oh Teyramin, az önce rahmetli anan geldi. Elinde bir deste kuzukulağı vardı. Oturup beraber yedik.”

Kadıncağız ölüm anı halisilasyonları görüyor olmalıydı. Sabri Amca’yı bir ürperme aldı. Kekliğine bakıp bakıp içini çekti.
Birden dipibibip dibibip telefon sesiyle kendine geldi. Tuşlu cep telefonu çalıyordu. Televizyonun kenarında duran telefona uzandı. Kulağına götürdü. Oğlu Cemal aylar süren aradan sonra aramıştı.” Alo Baba, babalar günün kutlu olsun. Nasılsın iyi misin?” He oğlum babalar günüm kutlu oldu. Berğudar olasın oğul….
Telefonu açık bırakıp kekliğine döndü. İlerlemiş yaşına rağmen asaleti, zarafeti hala üstünde olan hasta kadın hızlı hızlı nefes alıp verirken konuşmadan da edemiyordu; “Teyramin elimi tut. Sıkı sıkı tut. Kapıyı aç. Bak köydeki komşularımız gelmiş. Seyran gelmiş, Peri, Sona gelmiş. Bak Bedirhan dayım atına binmiş gelmiş. Beni alıp köye götürecek.”
Pencereye döndü. Kocasına “Pencereyi aç Teyramin. Saman Dağı’nın rüzgarı gelsin. Reyhanların, kekiklerin kokusu gelsin. Ben kavruldum Teyramin, biraz da Ziyaret Deresi’nin karı gelsin.” Adam gayri ihtiyari pencereyi açtı. İçeriye ne Saman Dağı’nın rüzgarı ne kekik kokusu ne de Ziyaret Deresi’nin karı geldi. Sadece kamyonetiyle sokaktan geçen seyyar satıcının hoparlördeki boğuk boğuk; “Patates var, soğan var.” sesi geldi.
Telefonda Cemal’in hanımı vardı. “Alo! alo! babacığım babalar günün kutlu olsun. Senin oğlun çok vefalı. Sen O’nu eczacılar gününde aramadın ama o seni babalar gününde aradı. Torunun Kıraç’ta gününü kutluyor, ellerinden öpüyor…”
Hanımı iyice fenalaştı. “Teyramin Yasin’i oku. Ben ölüyorum.”

Sabri Amca bir an okuyup okumamakta tereddüt etti. Sonra okumamaya karar verdi. Zira su yoktu, haliyle abdesti de yoktu. Yasin suresi ezberindeydi ama dediğim gibi su yoktu. iyisi mi şahadetini getirteyim diyerek hanımın saçlarını iki yana düzeltip: “Gevamın tekrarla dediklerimi, eşhedü en lâ ilâhe….”
Teyramin söyledi, Gevamın yineledi. Gevamın başını Teyramin’ın koluna dayayıp öylece kaldı.

21 Mayıs 2020

 

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 46 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları