DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Odaklanamıyoruz / Güler Demirhan

Günümüzde odaklanma sorunu denince aklımıza hemen çocuklarımız gelir, dersde öğretmene odaklanamama, konuya odaklanamama, online dersi takip esnasında beş dakikadan sonra dikkatin dağılıp öğrencinin dersten, konudan kopması gibi gibi…

Hatta bir nebze çözüm olması ümidiyle sınıflarda işlenen mevcut ders süreleri kısaltıldı. Zamanla bu da yeterli gelmeyip ders sürelerini daha da kısaltılması zaman zaman tartışılır ve gündemimizdeki yerini alır oldu.

Çocuklar için dikkat toparlayıcı tavsiyeler alınır, gerek takviye gıda veya ilaç kabilinde, gerekse kitap okuma ve benzeri alışkanlıklar edindirme şeklinde bilinen çarelere başvurulur.

Bu aslında sadece çocuklarımızın değil; günümüz şartlarında biz yetişkinlerin de mustarip olduğu bir durum değil mi!?

Eskilerin eğitimde talebelere, öğrendiği bilgileri kolayca öğrenmesi ve kalıcı olabilmesi için evvela, dikkat toparlama dersleri verilirdi.

Talebelere:

 “Sokakta yürürken sağa sola bakmadan yürü ki dikkatin zihnin dağılmasın!” denirdi.

Bu demek oluyor ki; “Gerekli gereksiz, görsel, tabela, alakasız kişi ve seslerle zihnin meşgul olmasın. Olmasın ki zihnin bilgiye hazır hale gelsin!”

Bu alışkanlık yerleştikten sonra kazanılan bilgiler hem öğrenirken hem de kalıcılıkta önemli bir etken.

Günümüzde ise, günlük hayatımıza, yapacağımız işimize, bir projeye odaklanmak ve bunun sürekliliğini sağlamak bir meziyet haline geldi.

Odaklanmak aynı zamanda derinleşmektir.

Bütün dikkatini aynı noktaya verip güzel ve kaliteli işler yapmak, ürünler çıkarmak; bazense kendine, kendi iç dünyana odaklanmak…

Odaklanmak, dikkatini aynı merciye aktarmak, kendini özünü vermek..

Bu durum beraberinde kaliteyi getiriyor.

Günümüz şartlarında buna mani olan, aklımızı ve dikkatimizi sağa sola çeken o kadar çok obje var ki!

Televizyonlarda çeşit çeşit diziler, futbol maçları, gerekli gereksiz yarışma programları, her an elimizde olup dakika sektirmeden baktığımız sosyal medya hesaplarımız, paylaşımlar, ard arda gelen mesajlar ve mesajlara aramalara sürekli cevap verme kaygısı, yalan yanlış bilgi aktarımları, iletişimin artmasıyla genişleyen içi boş sosyal çevremiz, kalitesiz insan ilişkileri, alakasız fotoğraf ve bir dünya saçma sapan videolar, dijital oyunlar ve daha sayılamayacak niceleri…

Anlık saniyelerle aklımıza, zihnimize giren görseller, sesler, sözler…

Böyle bir curcunada gel de belli bir noktada odaklan,

-Kitabını okurken,

-Zihinsel bir işle meşgulken,

-Bir proje üzerinde çalışırken ya da

-Kendine odaklan,

-Bir kişide odaklan!..

Mümkün mü!?

Nasıl da zor bir zamanda yaşıyoruz, adeta bir dünya curcunanın içine düşmüşçesine…

Hani eski insanlardan bahsederken deriz ya, “Şu kadar ömründe şu sayıda kitap yazmış, bu kadar araştırmalar yapmış, şu kadar kısacık ömrüne bu derinlikli çalışmaları sığdırmış…” diye

Hatta onların yazdığı eserleri, yaptığı çalışmaları isim olarak dahi öğrenmek ezberlemek bizi yorar.

Çünkü zihnimizin ve algımızın yüzlerce ayrı yere çekiştirildiği, karmaşık ve sığ bir dünyanın insanlarıyız.

Doğru düzgün dikkatimizi toparlamaktan aciz durumdayız. Bunu bir gün başarsak bile sonraki günler çekiştirilmelere mani olamıyoruz.

Sürekliliğimiz yok. Bir gün o akşamki güzel diziler aklımızı çeliyor, diğer gün maç, başka gün gereksiz bir mesajlaşma trafiği ve tüm zamanlarda sanki vücudumuza sonradan monte edilmiş yeni bir organımız olan, akıllı telefonlarımız…

Ve akıllı telefonların getirisi olan, sürekli internet akışı olan ve sosyal medyalarımız.

Akışa kapılıp gidiyor, vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile, bize verilen zaman sermayesini, sağlıklı ve dinamik olan gençlik yıllarımızı, belki en verimli olacak zamanlarımızı ve çağlarımızı böyle bir keşmekeşe kurban veriyoruz.

Her işten anlıyor, çoğu işi yapıyoruz ama derinliğimiz yok.

Mış gibi yapıyoruz, mış gibi yaşıyoruz…

Çalışıyormuş gibi yapıp yasak savma kabilinde bir şeyler yapıyoruz. Asla derinleşmeden!..

Bu felsefe zamanla maalesef bütün hayatımızı etkileyip, yaşam şeklimiz haline geliyor. Her şey yalap şap, üstün körü ve kalitesiz bir hale dönüşüyor.

İşimiz, gücümüz, mesleğimiz, her türlü insan ilişkilerimiz, arkadaşlık, dostluk, aile içi iletişim zamanla sığlaşıyor, eski derinliğini, anlamını ve lezzetini kaybediyor…

Bu akışa kapılıp aldananlar zamanla kendi iç dünyalarına da odaklamadıkları için zamanları ve enerjileri kadar kendilerini de kaybediyorlar…

Bu hastalıktan kendini koruyan iç disiplin ve irade sahibi, kendinin ve vaktinin kıymetini bilen insanlar ise kıymetlenerek sivriliyorlar elbette.

Ne mutlu onlara.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 24 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları