DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Benelüks Ülkeleri / Rahman Ayhan


Biliyorsunuz uluslararası bir dergi olan Dergizan’da anılarımı ve gezi yazılarımı yayınlamaktayım…

Eski gezi anılarımla devam ediyorum…

Bu sefer yolum, Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’a düştü…

İstanbul aktarmalı, Amsterdam Havalimanına inince gümrükten geçiş sırasında Hollanda polisi bir şeyler soruyor, ancak hiçbir şey anlamıyordum…

Yanımdaki Türk’e “Ne diyor?” dedim…

“Cebinde, ne kadar para olduğunu, soruyor.” dedi…

“Benim cebimdeki parayı, ne yapacak?” diye, tepki göstermişim…

Yanımdaki Türk, “Bilmiyorum, soruyor” diye söyleyince,

Cebimdeki Euroları çıkarıp, polisin önüne doğru, atmışım…

Bu hareketimden polis, çok korktu…

Tekrar, bir şeyler söylüyordu…

Yanımdakine “Şimdi ne diyor?” deyince,

“Paraları, cebine koysun.” diyormuş…

Aslında, daha fazla zorluk çıkarıyorlarmış, ancak yeşil pasaportlu olduğumdan ve bu hareketimden dolayı daha fazla zorluk çıkarmadan “Giriş” mührünü, pasaporta vurdu…

Artık Hollanda’daydım…

Uçaktan gördüğüm Amsterdam çok güzeldi…

Kanallar içinde kara ile denizin birleştiği bir kent, Amsterdam…

Hemen dışarda otogar’dan arkadaşım, uzaktan akrabam, dostum, Erkan Atasever bekliyordu…

Onu görerek, yanına doğru yürüdüm…

Sarılıp, hasret gidermiştik…

Beni, Belçika’nın Şarlova bölgesine getirdi…

Eşi, Nuran Hanım ve kızı ile birlikte yaşıyordu…

Belçika’da bütün evler aynı şekilde…

Hemen hepsi triplex ve bahçeli bir şekildeler…

Sokaklar, caddeler, geniş ve yeşil…

Şayet adresi bilmiyorsan yolunu bulman mümkün değil…

Belçika o kadar düz ki, her yer ova gibi görülüyor…

Şarlova’ da, bir tane tepeye gidince heyecanlanarak, sevinmişim…

Meğer bu tepe, yapay bir şekilde yapılmış, tepe imiş…

Daha önce bu bölgede olan kömür madeninin atıkları olan, kömürleri dökerek, yapmışlar, bu tepeyi…

Daha sonra toprakla örttükleri burada, yapay bir tepe oluşturmuşlar…

Artık buraları, Şarlova’ nın safiye yerleri olmuş…

Buraları, piknik ve gezi alanları olmuş…

Buraya çıkan yolun kenarlarında birçok üzerlerinde fotoğraf olan haçlar gördüm…

Bu Haçlar o kadar fazla oldu ki, her 40-50 metrede bir vardı…

Beraber gittiğimiz Salih Atasever ve Muhittin Kılıç Ağabeyime  “Bunlar nedir?” diye, sordum…

Meğer o yol gençlerin motosikletle birbirleriyle yarış yeri imiş…

Bu yolda sürekli olarak, kaza oluyormuş…

Çok süratli bir şekilde yarış yapan gençler, kaza yaptıklarında kurtulma şansları çok az oluyormuş…

Belçikalıların adetlerinden biri olan kazada ölen kişilerin öldüğü yere bir Haç dikip, haçların üzerindeki fotoğraflar ise ölen gençlerin fotoğrafları…

Hemen hepsi 20-30 yaşlarındaki, genç çocuklardan oluşuyor…

İşte adrenalin dedikleri böyle bir şey…

Öleceğini bile bile yine yarışmaya devam ediyorlar…

Erkan, eşi ve çocuğu ile birlikte bir akşamüzeri, Çin Lokantasına gittik…

Lokanta, büyük bir AVM kadar var…

İçeri giriş kişi başı 20 Euro…

Ancak yeme, içme serbest…

Ne istersen, ne kadar yersen ye…

Bu lokanta o kadar büyük ki, oyun alanları, gezilecek yerlerin yanında yemek yeme yerleri de mevcut…

Akşam iş çıkışı, karısını, sevgilisini, çocuğunu alan, buraya geliyor…

Gece yarısına kadar burada zaman geçiriyorlar…

Aklınıza gelebilecek her çeşit, balık çeşitleri, Midye, Istakoz, İstiridye gibi deniz canlıları

Büyük havuzlarda yüzüyorlar…

Ayrıca büyük akvaryumlarda da olan bu canlılardan istediğini,

“Şunu bana pişir” dediğinde, hemen onu alıp, pişiriyorlar…

Gece yarısı evine gidenler, gününü iyi geçirdiği için mutlulukla uyuyorlar…

Waterloo savaşında Fransızlara karşı, özgürlükleri için, Belçikalılar savaşmış…

Fransız General Napolyon’a karşı Belçikalılar, galip gelmiş…

İşte Waterloo müzesi, bu savaşı canlandırarak, anlatıyor…

Büyük bir alana yayılmış bu müzede ki askerler, öyle bir canlandırılmış ki, sanki gerçek gibi duruyorlar…

3G gözlüklerini taktığında sanki sizde, savaşın içine giriyorsunuz…

Ben de gözlüklerimi takarak, Belçikalıların yanında Napolyon’a karşı savaştım…

Benim parolam, garip, mazlum, ezilmiş halkların yanında zalimlere karşı savaşmak…

Waterloo müzesinin girişi 15 Euro…

Erkan’ın Amcasının oğlu Erol Atasever, kargo işi yapıyor…

Bir zarfı bile şehirleri, ülkeleri dolaşıp, yerine ulaştırmakta…

Onunla beraber, Brüksel’e ve Almanya’nın Köln şehrine gittik…

Ayrıca Erkan ve ailesi ile beraber Fransa sınırında olan bir süpermarkete alış veriş yapmaya gittik…

Şarlova ’da 3 tane şehir mezarlığı var…

1 tanesini Müslümanlar satın alarak, ölülerini oraya gömmeye başlamışlar…

Aslında Müslümanlar bir dernek aracılığı ile ayda 5 Euro para topluyorlar…

Buraya üye olanlar, istedikleri zaman ölülerini ülkelerine gönderiyorlar…

Bu işlemden 1 kuruş bile para alınmıyor…

Verilen paralarla bütün masraflar karşılanıyor…

Bana ilginç geldiği için Hıristiyan mezarlıklarını gezdim…

Mezarlar, 4-5 katlı olarak, hizmet veriyor…

Aynı sülaleden birkaç kişiyi aynı yere koyuyorlar…

3-4 kuşak aynı yerde gömülü olanlar var…

Burada gömülü olanların yakınları, her yıl belediyeye belli miktarda para vermesi gerekiyor…

Para vermeyenlerin mezarları iptal edilerek, kemikleri mezarlıktan çıkarılıyor ve aynı yere başka birileri gömülüyor… Bazıları ise yakılmayı vasiyet ediyor…

Yakılan cesetlerin külleri, çekmecelere koyulup, saklanıyor…

Mezarların üzerinde büyük bir fotoğraf ve ölüyle ilgili bilgiler yazılıyor…

Yeni doğandan, yüz yaşının üstündeki kişilerin hemen hepsi, bir arada…

Oradan çıkarak Şarlova caddelerinde tur atmaya başladım…

Çok ilerlerde bir Caminin minaresini görünce oraya doğru yürümeye başladım…

3 saate yakın yürüdükten sonra Camiye ulaştım…

Camide, Pakistanlıların Camisi olduğu yazılıyordu…

Pakistanlı İmamın ardından İkindi namazını kıldık…

Caminin altında çay ocağı bulunmaktaydı…

Pakistanlı İmam beni, çay içmeye çay ocağına davet etti…

Çay ocağına girdiğimde bir anda irkilerek, şok oldum…

Çaycıda çalışan, çay veren kişiyi, tanıyordum…

O bana, ben ona bakıştık…

“Rahman” diye seslenince,

Bende “Gökhan” diye seslendim, ona…

Otogar’ dan tanıdığım Gökhan’ı, yıllar oldu, görmeyeli…

Meğer Belçika’ya kaçak yolla giden Gökhan, oturum almak için uğraşıyormuş…

Oturum alamadığı için 15 yıla yakın Türkiye’ye gelemiyormuş…

Türkiye’ye gelse, geriye dönüş yapması mümkün değilmiş…

Bir de buradaki Türkler’de gördüğüm hemen hepsi yokluk içinde yaşıyorlar…

Türkiye’ye tatile gelenler, belini bir yılda doğrultamıyor…

İşte Gökhan’ı gördüğümde bir Atasözümüz aklıma geldi.

“Dağ dağa kavuşmaz, insan, insana kavuşur…” diye

Bu Atasözümüz, burada teyit edildi…

Brüksel, Avrupa’nın Başkenti sayılarak, BM toplantıları orada yapılmaya devam ediliyor…

“Atomix” diye garip bir yapıya, Brüksel’de rast geldim…

Her dinden, her milletten insanın yaşadığı Brüksel, çok kültürlülüğü temsil ediyor…

Ancak Müslümanlar’a karşı ırkçılık devam ediyor.

Ve Müslümansanız, siz yine de dikkatli olun, derim size…

19.11.2021

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 45 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları