Efsaneleri ile Taxt-é Soleyman / Güzin Osmancık
İran da en çok görmek istediğim yerlerden biriydi Taht-ı Süleyman. Yedi bin yıllık mazisi ile mistik bir bölgenin tarihi izlerini bulma duygusunun heyecanı ile çıkıyoruz yola. Uzun zorlu bir yolculukla başlıyor maceramız. İnsana yeni keşif kapılarını açacak, farklı inanç, farklı kültürlerin arasındaki bağı çözüp gerçeğe yaklaştıracak bir yolculuktayız şimdi. Her bir gezi farklı kültürlerin kapısını açarken bilgi dağarcığına da yeni bir şeyler yükleyecekti.
Buranın dünyadaki üç enerji merkezinden biri olduğu söylenmekte. Kâbe ve Piramitler den sonra Taht-ı Süleyman üçüncü sırada yer almaktaymış. Arkeolojik bir alan olan bu bölge, İran’ın batı Azerbaycan Eyaletinde yer alıyor. Tahran’ın 400 km batısında Urmiye ile Hamedan karayolu üzerinde ve Takab ilçesinin yakınlarında bulunuyor. Yol üzerinde konaklama yerlerinin yok denecek kadar az olduğu bir yolculuktan sonra nihayet bölgeye ulaşıyoruz. Uçsuz bucaksız kırsal alanlardan geçerek geldiğimiz arkeolojik kalıntılara tahta merdivenli bir kapıdan geçerek ulaşıyoruz. Kapıda birkaç görüntü aldıktan sonra içeride nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızın heyecanı kaplıyor içimizi. İlk anda karşımıza gök mavisi bir krater gölünü andıran ve etrafında devasa taşlardan örülmüş arkeolojik yapılar çıkıyor. Aslında burası bir göl değil tortul bir çeşmeymiş. Yeraltından kaynayan içindeki mineraller sebebi ile etrafını tortulların oluştuğu, göle dönüşen bir çeşme. Derinliği 120 metreyi aşan dipsiz bir kuyu. Kutsal sayılan bu tortul hakkında oldukça ilginç efsaneler anlatılıyor. Gölün oluşum hikayesi ise oldukça ilginç.
Bir gün HZ Süleyman asasını kuvvetle yere vurur. Ve vurduğu topraktan gürül gürül akan bir pınar oluşur. Su o kadar kuvvetli akar ki etrafında oluşan tortular sebebi ile zamanla bir göle dönüşür. Bu su hala daha toprak altından hiç kesilmeden çıkmaktadır. Bir efsaneye göre de bu göl, sular Tanrıçası Anahita tarafından oluştuğu söylenmekte.
Efsaneler sadece onunla da kalmıyor. Gölün derin sularının dibinde Süleyman peygamberin tahtının saklı olduğu, bu sebeple Taxt-ı Soleyman ismini aldığı söyleniyor. HZ Süleyman’ın parmağındaki sihirli yüzük de bu suların derinliklerinde saklıymış. HZ İsa Peygamberin çarmıhından bazı parçaların ve son akşam yemeğinde kullandığı kutsal kâsenin de derin sularda saklı olduğu da rivayetler arasında. Hatta kutsal saydıkları bu suya kestikleri kurbanlar ve savaşlarda elde ettikleri ganimetler bile minnet duygusu ile atılırmış. Perslerde su kutsal sayıldığı için yerleşim alanını da bu suyun etrafında kurmuşlar.
Gölden akan coşkun ve davetkar suyu yüksek mineral yoğunluğu sebebi ile içemiyoruz. Hatta bu sebeple göle girenlerin de hayatlarını kaybettikleri söyleniyor. Gölün derinliği hakkında kesin bir bilgi yok. Çünkü bugüne kadar dibine ulaşma imkânı olmamış. Gölün etrafındaki kalıntılar bizi bu günlerden alıp 7 asır öncelerine götürüyor. O günler ki, burada yaşamış olan medeniyetlerin görüntülerini getiriyor gözlerimizin önüne. Yüzyıllar önce burada yaşamış olan Zerdüştlerin Ateş Tapınağının kalıntıları içinde kaybolup gidiyoruz. Dünya mirası listesine alınacak kadar önemli olan bu bölge bir zamanlar Zerdüştlerin eğitim ve ibadet merkeziymiş. Ve en önemli Ateş tapınakları (ateşgede) da burada bulunuyormuş. Senenin belirli bir gününde yine burada toplanan Zerdüştlerin kendilerine özel ayinleri oluyormuş. Ama bu ayine yabancılar alınmıyormuş. İran da izlerini sürdüğümüz bu Zerdüştler kimlerdir, nasıl bir dini inanışları vardır? Bu topraklara geldikten sonra ilgimi çeken konulardan biri bu olmuştu.
Çıkış kaynağı İran olan bu inanış, M.Ö 3500 yılında Peygamber saydıkları Zerdüşt tarafından kurulmuş. Dünyanın en eski ve tek Tanrılı vahiy dinlerinden biri olarak kabul ediliyor. Zerdüşt dininde herkes tek olan yaratıcıya yani Allaha ibadet ediyor. Zerdüştler için ateş kutsal sayılıyor. Bizim bildiğimizin aksine Zerdüştlerin ateş ile olan ilişkileri çok farklı.
Neden hiç sönmeyen kutsal ateşleri var? Çünkü, ateşin kutsallık sebebi, yandığı müddetçe hayrın şerre galip geleceğine inanıyorlar. Ateş onlar için kötülüğü temizleyen ilahi alemin tecellisi olarak biliniyor. Bir inanca göre de ateş, onlar için tek Tanrı olan Ahura Mazda’nın yeryüzündeki fiziksel yansıması olarak kabul ediliyor.
Zerdüştlük ahlak prensipleri; temiz saf düşünce, iyi söz ve güzel ameli ön görüyormuş. Beş vakit ibadet saatlerinde İslamiyet de ki gibi abdeste benzer bir yıkanma ritüeli ile ibadete başlıyorlar. Onlardaki bütün ibadetlerin adı da namazmış. 15 yaşını geçen her genç Kutsi ismini alarak ibadet ile sorumlu tutuluyor.
Sasaniler (Pers İmparatorluğu) döneminde Zerdüşt dini resmi din olarak kabul edilmiş.
Bu bölgedeuzun zaman dilimleri içinde Partlar, Medler, Sakailer, İlhaniler de bulunmuş. Şu an hala daha köyde yüzde bir Zerdüşt halkın yaşadığı söyleniyor. Zerdüştlük M.Ö 6. YY dan, M.S 7. Yüzyıla kadar Perslerin, Medler in ve Sasanilerin dini olmuş. Kutsal kitapları olan Avesta, din kurucusu Peygamberleri ise Zerdüşt. Vahiy yolu ile aldığı bilgileri halka anlatarak onları da tek olan Tanrıya davet eden Zerdüşt’ü peygamber olarak kabul ediyorlar. Sasanilerden kalan bu antik kent daha sonraları Zerdüştler tarafından ele geçirilmiş. Müslüman halkın bölgeye yerleşmesinden sonra da bu bölge aynı kutsallığını korumuş. Ve kutsal sayılan bu göl sebebi ile yerleşim alanı da gölün kenarında toplanmış. Burada bulunan en önemli ateş tapınağı olan Azer Goşneseb ve Anahita nın sadece kalıntılarını görebiliyoruz. Yine kalıntılar arasında tek Yaratıcıya atfedilen Tangrah kalesinden kalma izler var. Çok büyük taşların örülmesi ile yapılan kale İran mimari tekniğinden çok farklı bir şekilde inşa edilmiş. Tangrah ismi Eski Türklerin tek Tanrılı inancındaki Tengri, Gök Tanrısının ismini çağrıştırıyor. Bu topraklarda pek çok medeniyetlerin kültürlerin Kült İnancının (süregelen dini inanışlar) devamını görüyoruz.
Daha önce gittiğimiz Zerdüşt tapınağında da bize anlattıkları; ateşin kutsal sayıldığı ama yanlış bilinenin aksine ateşe tapmadıklarıydı. Bölgede bulunan diğer antik tarihi yerlerde Belkıs Dağı ve Süleyman hapishanesiydi. Bir tepenin üzerinde bulunan bu yeri uzaktan görme imkânımız oldu. Yanına yaklaşmak istemedik. Çünkü içeriden seslerin işitildiğine dair rivayetler var.
Burada yapılan kazılarda çıkan yeraltı eserlerinin sergilendiği bir de müze yapılmış. Tarih öncesi ve burada yaşayan halkın kullandığı gereçlerin sergilendiği bu müzeyi de geziyoruz. Etrafta yazın getirdiği mistik bir koku var. Etrafta açan sarı, sarı Civanperçemi çiçeklerinin dayanılmaz cazibesine kapılıp şifa niyetine toplayıp yanımıza alıyoruz. Ilık bir havanın verdiği rehavetle oturup dinlenirken geçmiş gözlerimin önünden geçip gidiyor.
Şimdi ben, binlerce yıl, onlarca medeniyetin miras bıraktığı bu topraklara ulaşmanın keyfini sürüyorum. Civan perçemlerinden yayılan o mistik kokunun büyüsüne kapılıp derin düşüncelere dalıyorum. Karaca oğlanın dediği gibi “Sultan Süleyman’a bile kalmayan dünyada”, kuru topraktan kesintisiz pınarı akıtan kudretin verdiği huzur ile şimdi burada olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Ve gitme vaktimiz geldiğinde sonraki durağımız olan Senende’ e doğru yola çıkıyoruz.
Ağzına sağlık Güzin hanım. Bizede bir tarih yolculuğu yaptırdınız.
Güzel yazilarinizin devamını dilerim.