DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kaz Dağlarının Hikayeleri / Güzin Osmancık

Bitmez tükenmez Kaz Dağlarının hikâyeleri… Her ne kadar bu topraklar tatil beldesi olarak dışarıdan göçen insanlar ile dolu olsa da oranın gerçek sahipleri Türkmenlerdir. Kaz Dağları, oraya göçen Türkmenlerin hikayeleri ile efsaneleşmiştir.

Kaz Dağlarının eteklerinde bulunan Tahta Kuşlar Köyü, geleneklerini hiç bozmayan Türkmenlerin yaşadığı bir köydür. Tahta Kuşlar köyü de tahtacı Türkmenlerin folklorunu yaşatan etnografya müzesi ile ismini dünyanın dört bir yanına duyurup ünlenmiştir. Köyün en eski sahiplerinden olan Kudar ailesinin kurduğu müze günün her saati ziyaretçiler ile dolup taşar.

  Dünyanın en büyük Caretta Caretta fosilinin bulunduğu müzede şaman kültürü ile ilgili ve bu kültür ile birebir bağlantılı olan Kızılderililer hakkında oldukça önemli belgeler de bulunmaktadır. Bu yaz ziyaretine gittiğim Tahta Kuşlar Etnografya müzesinin sahibi Selim Kudar ile koyu bir sohbete koyulduk. Selim Kudarın yazdığı ve bu sene 8. Baskısı yapılan Tahta Kuşlar, Mitoloji, Efsane, Takı ve Sembollerin dili isimli kitapta inanılmaz bilgiler mevcut. Kızılderililerin sembolleri, Mu Uygarlığı ve Türklerin sembollerinin incelendiği bu kitabı seneler önce okumuş oldukça faydalanmıştım.

Selim Kudar’ın dediğine göre bu bölgeyi tanıtan Sabahhattin Ali’nin hikâyeleriymiş.

-“Sabahattin Ali’nin yazdığı hikayeler hakkında burası tanındı bilindi, Hasan Boğuldu, Sarıkız Efsanesi ve daha niceleri ile bu topraklar bilinir oldu. Bundan sonraki hikayeleri de sen yaz” diyerek bölge hakkında bana oldukça önemli ip uçları verdi.

Türkmenlerin hikâyelerinde genellikle sembol dili kullanılmış. Mesela Sarıkız, neden sarı? Sarı renk kutsallık sembolü olduğu için olabilir mi. Sarıkızın kazlar ile olan ilgisi nedir. Kazların Türk destanlarındaki kutsallığının sebebi nedir? Kilimlere dokunan her motifin bir sembol dili olduğu bu sembollerin neredeyse Amerika da yaşayan Kızılderililerin sembolleri ile birebir aynı gibi beni hayrete düşüren bir sohbetten sonra edindiğim bilgi birikimi ile artık bir şeyler yazmak kaçınılmaz oldu.

Benim bu yörede en çok ilgimi çeken ise türkülere konu olmuş aşk hikâyeleridir. Her hikâyeye bir türkü yakılmış. Bunlardan bir tanesi de pek bilinmeyen Gelin Deresinin hikâyesidir. Havrandan’dan Edremit’e giderken geçtiğimiz Gelin Deresi Köprüsünü hep merak etmişimdir. Bir köprüye bu isim verildiğine göre mutlaka bir hikâyesi vardır diye düşünürdüm hep.  Gerçekten de Gelin Deresi köprüsünün çok acı bir aşk hikâyesi varmış.  

Bir zamanlar bu topraklarda yaşayan güzeller güzeli Cemile isminde bir kız varmış. Hani güzellik başa beladır derler ya, onunda güzelliği de başına bela olmuş. Çok sevdiği sözlüsü Ali ile evlilik hayalleri kursa da köyde ona kara sevda ile bağlanmış biri daha varmış.  Halil adındaki bu genç ona vazgeçilmez bir tutku ile bağlıymış. Onu Aliye kaptırmamak için elinden gelen her şeyi yapmış ama nafile. Bir türlü Cemilenin kalbine girmeyi başaramamış.

Kısa bir zaman içinde Cemile ile Ali’nin düğün hazırlıkları başlamış, çeyizler serilmiş, sıra kına gecesine gelmiş. Cemilenin ellerine kınası yakılmış, kırmızı duvağı türküler ile açılmış, ertesi gün atın üzerinde evinin yolunu tutacağı anın hayalleri ile mutlumu mutlu oynamaktaymış Cemile.

Ama bu durum Halil’in bütün hayallerinin yıkıldığı andır. Annesinin dizinde gözyaşları ile ağlayarak bir şeyler yap diye yalvarmış annesine. Anne kalbi işte dayanabilir mi evladının bu yürek yakan gözyaşlarına. Bir şeyler yapmalıyım diyerek tutmuş Efsune kadının yolunu.

Efsune kadın köyün tepesinde karanlık güçlere karışmış, köyde sevilmeyen, büyü ile uğraşan lanetli biriymiş. Köyden çok uzak bir tepede harap metruk bir evde yaşarmış. Hep büyü ve sihir işleri ile uğraşır, geçimini bununla sağlarmış.

Halil’in annesi Fatma bacı çalmış Efsune kadının kapısını, oğlunun derdini anlatmış.  “Cemile Aliye yar olmamalı, ne yap et onları ayır” diye yalvarmış.

Efsune kadın “bu iş çok kolay”. “Şimdi bir şeyler yazarım Cemile Aliye yar olmaz” diyerek nafakasını alıp Fatma bacıyı uğurlamış.

Sabahın gün ışıkları ile Cemile uyanmış, heyecandan zaten bütün gece gözünü uyku tutmamıştır. Yıkanıp giyeceklerini hazırlamış, biraz sonra gelinliğini giyip düğün alayı ile birlikte gelecek olan Alisini beklemeye başlamış.

Uzaktan davul sesleri duyulmaya başlamış. Köyün genç kızları Cemilenin son hazırlıklarını tamamlamışlar, süslemişler, adeta bir çiçek gibi onu Ali’ye sunmaya hazır hale getirmişler.

Bütün köy halkı Cemilenin kapısında toplanmışlar. Ali beyaz bir atla gelmiş sevdiğini almaya. Sevdiceğini alıp, onu özenle döşedikleri evine götürecek, onu evinin kadını yapacak. Gelin alayı halaylar çekerken kapıyı açacak olanlara bahşişler verilmiş ve kapı açılıp Cemile kapıdan o herkesi heyecanlandıran endamı ile görünmüş.  O kadar güzelmiş ki, Ali ona bakmaya doyamamış.

Özün güzel olursa gözün güzeli bulur dememişler mi.  Ali Cemileyi elinden tutup atın üzerine bindirip, atın yularını da elinde sımsıkı tutarak yola koyulmuşlar. Arkalarından kalabalık bir gelin alayı davullar zurnalar ile onları takip etmekteymiş. Her şey buraya kadar nasılda kolay ve güzel seyretmiştir. Uzun süre devam eden aşkları artık ölene kadar devam edecek bir beraberliğe dönüşmüştü. Hani yazları kuruyan, kışları deli deli akan şu derenin üzerindeki köprüyü de geçtiler mi evlerine az bir zaman sonra ulaşacaklardır. Adı sanı olmayan bu köprü nasıl ki dereyi aştırıp iki yakayı birleştiriyorsa, bizi de böyle birleştirsin diye düşünüyormuş Ali.

Gururla atın üzerinde gelinini evine götüren Ali yulara sımsıkı tutmuş bir yandan da hayranlıkla Cemilesini seyrederken birden olanlar olmuş. Köprüde aniden bir yılan belirmiş. Yılanı gören beyaz at birden şaha kalkarak üzerindeki gelini köprüden aşırıp delice akan sulara bırakıvermiş. Herkes şaşkın, ne yapacaklarını düşünürlerken azgın sular Cemileyi çoktan alıp uzaklara götürmüş. Sadece suyun üzerinde hızla uzaklaşan Cemilenin gelinliğini görülmekteymiş.

Bu olayın yaşanmasından sonra ismi olmayan o köprünün adı Gelin deresi köprüsü olarak bir isme kavuşmuştur. Efsanenin bundan sonraki sonunda bu acıya dayanamayan ve olayda kendi sorumlu tutan Halil’in kendi canına kıydığı söylenir. Ve bütün hayatını kötülük yaparak geçiren Efsune kadının ise sonunun kötü bir ölümle bittiği dilden dile anlatılır. İlahi adalet hiç şaşmaz derler.  

Yine bir aşk hikâyesi ve kavuşamayan sevdalıların hazin sonu. Gerçekten aşk kavuşulmaz mıdır? Dünyada yapılanların sonucu ile işleyen ilahi yasa. Şaşmaz ve gecikmez, kusursuz işler. Belki de yaradan sadece kendisi sevilsin ister. Bize ilahi emanet olarak verilmiş olan ruh her zaman aslına kavuşmayı talep eder.

Halile gelince; o da sadece bir cemale aşıktır. Aşkın her şeyi yaptırma gücüne inanır. Öyle ki bu yolda günahı bile mübah görecek, en kutsal inancını bile terk edebilecek kadar sever. Aşk akıl ve mantığı kullanmaz. Bağımsız hisseder kendini. Ama keşke bu aşk onu Telli Babanın aşkı gibi ilahi bir aşka taşıyabilseydi. Ali ve Cemile, bilebilirler miydi bir efsaneye konu olacaklarını. Ve bembeyaz gelinliği ile bir köprüye isim verebileceklerini. Kader, en muhteşem şekilde işler. Sevinci de hüznü de acıyı da kader seçer. Kul yaşar, zaman yazar. Böylece gerçekleşir efsaneler.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 46 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları