Muhteşem Süleymaniye / Güzin Osmancık
Maneviyatın maddeye işlenmiş hali
Bugün yine İstanbul’u yaşamanın keyfini sürüyorum kendimce. İstanbul dendiğinde aklıma, Eski İstanbul’un sınırları içinde kalan mekanlar gelir. O İstanbul ki, içinde barındırdığı tarihi yapıları, muhteşem eserleri ve Süleymaniye’si ile silüetini seyretmeye soyamadığım şehirdir. Şimdi, defalarca ziyaret ettiğim buram buram maneviyat kokan Koca Sinan’ın eseri Süleymaniye’deyim
Her ne kadar biz onu Süleymaniye diye bilsek de halk ona “Sonsuza kadar ebeden kalacak cami” der.
O, devasa kubbesi ile vahdeti, bütünü ile tevhidi hatırlatır. Eserleri ile dünyaya mesajını veren büyük deha, koca Sinan’ı dünyaya tanıtan eserlerinden biridir Süleymaniye.
Sinan’ın İstanbul’un kalbine mıh gibi çaktığı ve göğü kucaklayan kubbesi ve semaya yükselen minareleri ile bana hep secdeyi hatırlatır.
Şu an karşımda heybeti ile beni büyüleyen bu eser, Sinan’ın çılgınca tutkusunun maneviyattan maddeye tezahür etmiş halidir.
Caminin içine girdiğimde mekanın maneviyatı beni benden alıp asırlar öncesine, Osmanlının o ihtişamlı günlerine götürüyor.
Kanuni Sultan Süleyman Han, Rodos, Malta ve Belgrad seferlerinde payına düşen gelirlerinden bu dünyaya kendini hatırlatacak, aynı zamanda Devleti Osmaniye’nin güç simgesi olacak bir eser bırakmak ister. Öyle ki, Devletin gücünü ve kudretini bütün cihana duyurmak ister. Bu hayalini gerçekleştirecek bir tek kişi vardır ki mimari dehası ile ünlenen Sinan usta. Huzura çağrılan koca Sinan, böyle bir külliyenin oldukça maliyetli olacağını, bunun için hiçbir harcamadan kaçınılmayacağını ve ülkenin en değerli sanatkarları ile çalışabileceğini söyler.
Şimdi sıra külliyenin oturacağı mekandır. Sultan Süleyman Han aldığı manevi işaretler ile külliyenin yerini belirler. Ne gariptir ki aynı işaretler rüyasında Sinan ustaya da bildirilir. Ona inşa edilecek külliyenin yerini ve iç mekâna dair birçok bilgiler verilir. İstanbul’un 3. tepesi olan Sur içindeki Vefa tepesi en uygun yer olarak belirlenir.
Koca Sinan yaptığı her eserinde en ince noktasına kadar notlar tutarmış nitekim Tezkiretü’l-Bünyan isimli eserinde Süleymaniye’nin başlangıç aşamasında Sultan ile gördükleri manevi işareti arz eden rüyayı tasdiklemiştir.
Külliyenin oturtulacağı mekân İstanbul için çok önemlidir. Çünkü Süleymaniye diye anılacak bu eser, İstanbul’un kalbine vurulacak bir mühür olacaktır. İstanbul’un siluetini değiştirecek, güzelliğine güzellik katacaktır. İstanbul şehrinin en güzel tepesine yerleştirilecek emsalsiz bir sanat eseri olacaktır.
Planlar hazırlandıktan sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın onayı ile külliyenin yapımına başlanır. (13 Haziran 1550)
Önce caminin yapılacağı alan düzlenir ve inşaat için kullanılacak bütün taşlar ve mermerler toprak üzerine bırakılarak zeminin oturması için çok uzun süre beklenir. Bu sebepten Koca Sinan, caminin yapımını geciktirdiği için Sultan tarafından defalarca sert uyarılar alır. Ama Sinan usta buna hiç aldırış etmez. O öyle bir eser vermelidir ki eseri ile hem Sultan Süleyman Hanın ismi her dem anılsın, hem de Sinan usta kendi ile yarışsın ve de sonsuza kadar ebeden kalan bu mabet ile Osmanlının şanı yücelsin. Külliyenin yapımına başlandığında ilk temel taşını zamanın Şeyhülislamı Ebussuud Efendi koyar.
Külliye, Rabi Medresesi, Salis Medresesi, Evvel Medresesi, Sani Medresesi, Tıp Medresesi, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi, Türbedar odası, Darüşşifa, Darüzziyafe, Darülhadis Medresesi, Tabhane, Mimar Sinan Türbesi ve hamam olmak üzere 15 bölümden oluşan bir bütün olarak düşünülür. Bu külliye, halkın ihtiyacı olan her şeye cevap verecektir.
Külliyenin kalbi ise Bin Kubbeli Süleymaniye diye anılan bu Cami olacaktır. Külliyeye giriş, farklı isimlerdeki 11 kapıdan yapılacaktır. Ayrıca Çarşı, Sıbyan Mektebi ve Kütüphane de külliye ye dahildir. Tabhane’nin altına yapılan sarnıçlar ile bütün yağmur suları toplanarak temellerin zarar görmesi önlenir. Bütün dünyanın gözü artık İstanbul da ki bu külliyenin yapımındadır.
Çünkü Kanuni Sultan Süleyman Han, dünyanın en büyük ibadethanesini yaptıracağını bütün dünyaya duyurmuştur.
Şimdi caminin içinde duyduğum o huşunun rehaveti ile cami hakkında öğrendiğim her şeyi yerinde dikkatle inceliyorum.
Bu devasa Kubbeyi 4 granit Fil ayaklar taşımakta. Bu granit 4 sütun Ciharyar-ı Güzin yani dinin dört direği olan 4 halifeye ithafen bir armağan olarak sunulmuş.
Bu 4 sütun İskenderiye Baalbek, İstanbul da ki Kız taşı, Mısır saray-ı Amire den ve Topkapı Sarayından alınarak getirilmiş. Sütunların her biri 9. 2 metre yüksekliğinde 1.14 metre çapında ve 30 ton ağırlığındaymış. Temele yükledikleri ağırlık ise 8000 ton yük imiş. Caminin bitiş sonrasında tutulan hesaplara göre harcanan para 53.782.900 akçe imiş.
Tarihçi Peçeviye’nin anılarından aldığım bilgiler doğrultusunda Caminin yapımında tam tamına 3.200 kilo altın kullanılmış. İmparatorluğun dört bir yanından gelen ustalar, çıraklar ve işçiler ile cami inşaatında tam 3.523 kişi çalıştırılmış. Ayrıca hassa mimarlar ocağından, acemi oğlanlar, kapıkulu ocaklarında gönüllü çalışan işçilerin sayısı bile belli değilmiş.
Mihrabın iki yanındaki pencerelerde çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesin de ise Nur Suresi yazılmış. Ama Abdül Mecit Hanın kubbeyi restore ettirmesinden sonra barok tarzı süsleme ile kubbe orijinalliğini kaybetmiş. Mihrabın yanındaki 9 pencerede Mecnun İbrahim’ in alçı vitrayları (Revzen) mekâna öylesine rengarenk ışıklar veriyor ki, insan bu renk cümbüşünden gözünü alamıyor. Camideki hatlar, meşhur hattat Ahmed Karahisari, gözleri görmez olunca oğlu Hasan Karahisari, Şemseddin Efendi tarafından yazılmış. Daha sonradan Kazasker Mustafa Efendi de hatlara bazı ilaveler yapmış. Kıbleye bakan yarım kubbede ise Hz İbrahim’in duası yazılıymış. Caminin ikinci katında yer alan is odaları ise bugün hala daha Koca Sinan’ın sırrı çözülemeyen sırlarından biridir. Caminin içinde yanan 4 bin mumun isinin nasıl bir hava akımı ile bir odada toplanır, bu inanılmaz bir şeydir. Bir odada toplanan bu isler kazınarak içine sabitleyici bir karışım ile keselere doldurulup Hacca giden kervanlarda ki develerin boynuna asılıyormuş. Develerin hareketi ile iyice harmanlanan bu isler mürekkebe dönüşüyor ve bu mürekkep ile sadece hat eserleri yazılıyormuş.
Sinan’ın en büyük özelliklerinden biri, eserlerinde dış ve iç mekân olarak farklı iki üslup kullanmasıdır. Dışı zahiri temsil etmiş olup, olabildiğince sade ve heybetlidir. Batınide ise iç mekânı bir dantel gibi işleyerek tezyin eder. Afak ve enfüsi olgusunu mimariye taşır. Afakta oldukça sade ve gösterişten uzak ama heybetli, enfüside ise alabildiğince deruni ve süslü.
Muhteşem Sinan’ın İstanbul’a attığı imzadır Süleymaniye. Gerek çözülmeyen sırları gerek mimaride kullandığı tekniği ile görenleri adeta büyüler. Ama o hiçbir zaman mimari sırrını hiç kimseye öğretmemiştir.
Osmanlı mimarisi bir sembol ve simetri mimarisidir. Her şey, her parça mutlaka bir semboldür. Özellikle Sinan’ın hayatında pergelin çok önemli bir yeri vardır. Süleymaniye’nin oturtulduğu mekân da iki yolun kesiştiği pergel misali bir alana yerleştirilmiştir. Kendi kabri de özellik ile pergel şeklinde yapılmıştır.
Sinan’ın Süleymaniye de uyguladığı teknik bugüne kadar hiç uygulanmamış, denenmemiş bir tekniktir. Özellikle kubbede çok farklı bir kütle tarzı kullanır. Kubbeye yarım küre şekli değil, yumurta kabuğu eğimi vermiştir. Bunun sebebi ise bütün sesi kubbenin tepesinde toplayıp inanılmaz bir akustiğe ulaşmaktır. Nitekim Süleymaniye’deki akustik hiçbir ibadethanede mevcut değildir. 53 metre yükseklikte ve 27 metre çapındaki kubbenin akustik sırrı bugün dahi çözülememiştir. Bu ses düzenini sağlaması için kubbenin etrafına 225 tane boş çömlek yerleştirmiş. Vahdet yani teklik akidesi devasa kubbe ile, tevhit akidesi ise kubbenin etrafına sıralanmış U şeklinde bin küçük kubbe ile ifade edilmiş. “Bin Kubbeli Cami” olarak bilinmesinin sebebi de budur. Kubbenin üstünde “Allah göklerin ve yerin nurudur” yazar. Yine kubbenin kasnağında 32 pencere ile içeri ışık sağlanır. Caminin dış mekanın da ki 4 minare Sultan Süleyman hanın Fetihten sonra ki 4. Padişah oluşunu, 10 şerefe ise Osmanlının 10. Sultanı olması sebebiyle yapılmış. Minarelerin ölçüleri birbirlerinden farklıdır. Ama içlerinde bir tanesi varmış ki güneş vurduğunda cevahir gibi parlarmış. Bu minarenin adı Cevahir minaresiymiş.
CEVAHİR MİNARENİN SIRRI
Koca Sinan külliyenin yapımına başlamadığı için İran şahı Osmanlıya yardım amaçlı sandıklar dolusu mücevher gönderir. Bunu bir hakaret sayarak, olaya sinirlenen Kanuni Sultan Süleyman han, bu mücevherlerin öğütülerek cami yapımında harcın içinde kullanılmasını emreder. Bu harç minarelerin yalnız birinde kullanılır ama bu minarenin hangisi olduğu bilinmez. Havanın çok bulutlu olması sebebi ile bizde bu minarenin hangisi olduğunu bilemedik.
Sinan, Süleymaniye’nin yapımında öylesine ince hesaplar yapmıştır ki, bu sistem ile koyduğu hiçbir parçanın değişmesine veya yeni bir ilave yapılmasına izin vermez. Dünyanın bir daha göremeyeceği bu eserde öyle bir inşaat tekniği kullanmıştır ki teknik sırrı asla açıklanamaz.
4000 m2 alana oturan cami için toprağa çaktığı 30 bin kazıkla temeli öylesine bir sağlamlaştırmıştır ki deprem kuşağında olan İstanbul’un gördüğü hiçbir depremde cami en ufak bir zarar görmemiştir. Temeli basamak şeklinde yaparak kütlenin toprağa temas eden yüzünü genişletmiş olur. Gemi omurgası şeklinde yapılan temellerin sırrını bugüne kadar henüz açıklayan olmamış.
Ve nihayet 7 yıl sonra 15 Ekim 1558 yılında caminin yapımı tamamlanarak anahtarları Sultana Süleyman hana teslim edilir. Açılış yapması için anahtarlar sultan tarafından Sinan’a geri verilir. Saray erkanı ve devletin ileri gelenleri ve de halkın katılımı ile Fetih Suresi okunarak külliye açılır.
İkindi ezanının okunması ile birlikte o muhteşem yapının içinde namaz vaktinin geldiğini anlıyoruz. İçerisi camiyi gezen turistler ile dolu. Her bir noktayı dikkatle ve büyük bir hayranlıkla seyrediyorlar. Burada bu mekanda secde bile çok farklı duygular veriyor insana. Ve her daim o koca Sinan’ı düşünüyoruz. ‘
Muhteşem Sinan’ın en büyük eserlerinden biri Süleymaniye. Her ne kadar çıraklık eseri dense de bu külliye ile Sinan mimarinin zirvesine oturmuş.
Neydi Süleymaniye’yi bu kadar önemli kılan özellik? Günümüzde dahi bütün mimarları hayrete düşüren teknolojisi ile Sinan’ın bütün matematiksel kuralları altüst eden tekniği miydi? Muhteşem görüntüsünün yanında yoksa Sinan usta matematiğin 5. İşlemini mi bulmuştu. Veya sesi kubbede 3.5 saniye tutması mıydı onu özel kılan. Caminin iç mekanına verdiği o ilahi derinliği hangi ilahi güç ile kazanmıştı. Temellerini gemi omurgası gibi yaparak altını suyla doldurup şiddetli bir depremde binayı yüzdürmeyi mi düşünmüştü. Yüzyıllar önce kullandığı bu teknik ancak daha günümüzde kullanılmaya başlanmıştı.
Sinan’ın kalfalık eseri olarak kabul edilen, emsalleri ile mukayese edilemeyen bu külliyede Sinan aslında kendisi ile yarışmıştı. Ta ki Edirne de yaptığı Selimiye Camisine kadar. Selimiye’de ulaşabileceği en son noktaya ulaşmıştır ki, artık onu kendi dahi bir daha geçemeyecekti.
Böyle mimari bir yapı, sadece bir zekanın ürünümü dür? yoksa maneviyatın maddeye tezahürü müdür.
Mimar Sinan Süleymaniye ile Yaradan’ına layık olmanın onurlu mücadelesini vermiş, yüreğindeki büyük aşkını taşa bir dantel gibi işleyerek Süleymaniye’yi inşa etmiştir. (1558 )
Süleymaniye, Mimar Sinan’ın Şükrettiği sevgilisine gönderilen minnet mesajıdır. Taşa ilmek ilmek işlediği sonsuz aşkıdır.