Dara / Güzin Osmancık
Burası Dara. Kızıl renkli kayalardan oyularak yapılmış ölüler şehri. Tüm kemiklerin birbirine karıştığı çukurlarından sessiz sesleri ile bize seslendikleri antik kent DARA.
Geçici zevklerin, dünyalık isteklerin, mana arayışlarının bittiği, yaşamın sonunda gelinecek en son yer burası. Kemiklerine işleyen yaraların, bütün acıları ile birlikte bir çukura gömüldükleri yer olan Dara. Seslerini kimsenin duymadığı, çığlıklarının göğe yükseldiği ölüler şehri Dara.
Yunus un dediği gibi;
Yalancı dünyaya konup göçerler,
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler.
Dünyanın belki de en eski en gizemli masallarının geçtiği yerdi burası. Ne çok medeniyetler yaşadı ne çok savaşlar yapıldı ne çok krallıklar kurulup yıkıldı bu topraklarda. Burası tarihte adı sıkça geçen, bereketli topraklarının büyüleyici güzelliği ile insanları içine çeken gizemli efsunlu belde, Kuzey Mezopotamya yani El – Cezireydi. Nisibis ( Nuseybin) Mezopotamya’nın baş şehriydi.
Bugün Mardin’e 30 km uzaklıkta Oğuzlar köyündeki tarihi antik kent Dara’yı gezeceğiz.
Dara Antik Kent denildiğinde hayalimde hep Egenin antik kentleri benzeri bir yer hayal etmiştim. Ama arabalarımızdan inip Daranın içine girdiğim anda adeta büyülendim. Böyle bir yer olabilir miydi? Devasa kayaların oyulup, bir ölüler şehri inşa edilmesi, oyulan bu kayalara ölülerin sessizliğinin sinmesi inanılır gibi değildi. Adeta iskeletlerin raksıydı karşımda duran. Uzayın sonsuz derinliklerinde hiç bilmediğim bir gezene inmiş gibiydim sanki. Esrarlı, ilginç ama aynı zamanda ürkütücü. Toprak adeta ölülerini kabul etmemiş gibi bütün iskeletler bir katakompta (yeraltı mezar odası) üst üste yığılı duruyordu ve bir sürü kazılmış yeraltı mezar odaları vardı.
Burası tarihi çok eskilere dayanan bir nekropolle ( toplu mezar bölgesi)
Dara Genç Roma döneninde Sasanilere karşı kurulan bir garnizon şehriymiş. M.S 503-507 yıları arasında Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından kurulup, şehre imparatorun adı olan Anastasiopolis) denilmiş. Burası aynı zamanda Mezopotamya’nın idare merkeziymiş.
Buradaki iskeletlerin esrarı henüz çözülmüş değil. Göbekli Tepe ile bir bağlantısı olabilir mi? bilinmez. Ama en yakın olasılık 573 yılında Sasaniler ile Roma orduları arasında çıkan çok büyük bir savaşta ölen 3.000 Romalı askerin savaş meydanından toplanan kemikleri için hazırlanan mezar odaları olduğu yazılmakta.
Buranın yerli halkı olan Aramiler, eski ahitte bahsedilen Ezekiel Peygamber tarafından ölülere nefes üflemesiyle yeniden dirilişin gerçekleşeceği inancına sahiplermiş.
Binlerce yıldır bu coğrafyada yaşayan Süryanilerin kadim Arami halkının bir devamı olduğu düşünülüyor. Onlar için kutsal sayılan cumartesi günleri kiliselerinde hala daha Eski Ahit’ten yeniden diriliş ile ilgili bölümler okunarak bu inancın devam etmesi, unutulmaması sağlanıyormuş. Ölülerinin aynı öldükleri gibi tekrar dirilecekleri inancı ile mutlu olup onları ölümsüzleştiriyorlar.
Dara için Mezopotamya’nın kayıp Efesi diyorlar. Ama Efesin mermerlere işlenmiş o muhteşem görkemli duruşu ile Daranın kayalara oyulmuş taş evleri görsellik açıdan birbirinden çok farklı. Köyün içinden geçerek antik kente doğru yürüyoruz.
Burası Romanın izlerini taşıyor. Mutlaka zamanında oldukça görkemli bir şehirmiş içinde Kiliseler, saraylar, çarşılar, agora, köprüler, zindanlar, tophane ve su sarnıcı varmış. Ama biz şu anda sadece şehirden arta kalan yıkık dökük harabeleri geziyoruz.
Genç Roma döneminde şehir Sasani’lerden korunmak amaçlı 4 km surlar ile çevrilmiş. Bir sürü savunma hendekleri kazılmış. Ve Sasani saldırısından korunmak için devamlı surların içinde yaşayan halk su sorununu muhteşem bir su sarnıcı ile çözmüş. Önceleri bu sarnıca girmeye korkuyorsunuz. Köy halkı buraya zindan diyor. Çok derin ve ürkütücü bir görüntüsü var ama içine girdikten sonra o ürküntü kayboluyor.
Sarnıçtan sonra köy içinde antik kenti geziyoruz. Oldukça büyük bir kazı alanına yayılan taş evlerden buranın daha çok büyük olduğu ve kazı işlemlerinin bitmediğini anlıyorsunuz. Neredeyse 2000 yıllık bir antik mirasın üzerinde gezinmek insanı bambaşka duygulara sürüklüyor. Tarih gözünüzde canlanıyor ve bu topraklar üzerinde ne yediler, nasıl giyindiler, giysilerini nereden temin ettiler gibi bir sürü deli sorular aklımı meşgul ediyor.
Daha önce üzerinde top oynandığı bir futbol sahası olan bu yer kazılmaya başlayınca altından büyün bir antik kent çıkmış. Henüz kazılar ile meydana çıkan şehir ancak % 20 lik bir bölümmüş. Paganizmde öldükten sonra tekrar dirilme inancı var. Bu sebeple ölünün yanına bir kandil ve en çok sevdiği eşyaları, atlarını koyarlarmış. Ve öldükten sonra diğer dünyaya geçiş için birde altın para. Bu da kayıkçı cehennem bekçisi olan Şaron’a rüşvet vermek için gerekliymiş. Eğer nehri geçebilirse yolunu aydınlatması için kandili kullanması gerekirmiş.
Burada hem Yezidi’ler hem Zerduş’lar hem Süryani’ler bulunuyor. Mezar odalarının başında toplu halde iskeletlerin bulunduğu büyük bir katakomp( gömüt) var. Giriş kapısı kabartma rölyefler ile süslenmiş. Rölyeflerde ilk göze çarpan bir servi ağacı. Servi ağacı yaşamı sembolize ediyor. Kapının üst sol yanında bir melek, kucağında bir bebek tutuyor. Bunun Meryem Ana olduğu düşünülüyor. Ye yukarıda bir el uzanıyor. Bununda Tanrının eli olarak sembolize etmişler. Ayrıca yukarı doğru uçuşan güvercin motifleri var, o da kutsal ruhu temsil ediyormuş. Paganizm inancına göre İsa Mesih ve Meryem tekrar dirilecek ve buradaki ölüleri toplayacak. Taştan oyulmuş kapıdan girdiğinizde sizi çok şaşırtan bir görüntüye şahit oluyorsunuz. Üzeri cam ile örtülmüş çok büyük bir çukurda üst üste yığılmış binlerce insan iskeletleri mevcut. Bu toplu mezar oldukça ürkütücü. İnsana ölümü ve yaşam sonrası hayatı hatırlatıyor. Hırslar, arzular, savaşlar, aşklar, ihtiraslar! Hepsi hepsi burada son buluyor. Ve yapılan nefs savaşlarının ne kadar anlamsız olduğunu anlıyorsunuz. Hayat dediğimiz olgu sadece 1 günmüş. Ve o bir gün için ne mücadeleler ne kavgalar veriyoruz. Aslında hayatın bu kadar kıymetli oluşu ölüm sayesindedir. Ölümün en güzel tarafı da bir kere ölmektir. Ölüler şehri Dara, size bunları hatırlatmak için en güzel mekân diyorum. Yine ölüm bana Yunusun bir şiirini hatırlattı.
Aşık öldü diye sala verirler,
Ölen bedendir, Aşıklar ölmez.