Zeynel Bey Türbesi / Güzin Osmancık
En mükemmel şekilde yaratılan insan, en mükemmeli sunmak zorundadır. İşte Zeynel Bey Türbesi eşine az rastlanır bir mimari güzellikteki bir insan eseri.
Bulunduğu coğrafyada, o coğrafyanın natürel dokusuna uyum sağlayan, toprakla kaynaşan insan oğluna ölüm de var olgusunu hatırlatan muhteşem bir eser. Estetik, sanatçının kültüründe, ruhumda, tutkularında sakladığı gizli bir hazinedir. Estetik, bir sanatçının görsellik açısından sunduğu iç dünyasıdır. İşte eşi benzeri olmayan bu türbe, savaşta ölen oğlunun anısına yaptırılan bir sanatçının ölümsüz eseridir aynı zamanda.
Mezopotamya dediğimiz bu bölge, bereketin fışkırdığı topraklardır. Bu topraklar üzerinde kurulan birçok devletlerden yine bir devlet vardır ki kökler ta 14. yüzyılda Horasandan Azerbaycan’a gelen Oğuzların Bayındır boyundan Akkoyunlu Türkmenlerinden Kara Yülük Osman Bey’e kadar dayanır.
Böyle bir devlet, bu topraklar üzerinde hüküm sürerken elbette toprağın ve genlerinin kültürel yapısı ile gelecek nesillere eserler bırakacaklardır.
Bugüne kadar ayakta duran Batman’ın Hasankeyf ilçesinde bulunan Zeynel Bey Türbesi de görsellik açısında bu yöreye değer katan bir estetik harikasıdır diyebiliriz.
Türbe sözcüğü Arapçada trb kökünden gelmiş olup yani turab (toprak) anlamında kullanılır. Türbeler, sevilen daha doğrusu Allah’ın sevgilileri için yapılan gömütlerdir.
Dünyada tek bir benzerinin İran da olduğu söylenen türbeyi özümseyebilmek için öncelikle bu toprakların tarihini iyi bilmek gerekir.
14. asırda bu topraklarda yaşayan Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu, Kutlu Bey’in küçük oğlu Kara Yülük Osman Bey 1403’te de Diyarbakır’da hüküm sürmektedir. Osman Bey 1435’te Karakoyunlular ile yaptığı savaşta ölür.
Kara Yülük Osman Bey’in ölümünden sonra, oğulları arasında iktidar kavgası başlar ve Akkoyunlu Devleti eski gücünü kaybeder. Kara Yülük Osman Bey’in torunu olan Uzun Hasan, 1453’te Diyarbakır’ı ele geçirerek iktidar kavgalarını bitirir. Akkoyunlu Devleti’ni, sınırları doğuda Horasan’dan, batıda Fırat Irmağı’na, kuzeyde Kafkaslara, güneyde Umman Denizi’ne kadar uzanan bir imparatorluğa dönüştürür.
Akkoyunlu hükümdarları bilime ve sanatçılara çok değer vermeleri ile tanınırlar. Ali Kuşçu, Celaleddin Devvani ve İsa Savcı gibi bilginler, bu dönemlerde çok önemli eserler vermişlerdir.
Başta Diyarbakır ve Mardin olmak üzere Ahlat, Hasankeyf, Erzincan, Bayburt köyleri ve Hasan Kale’de Akkoyunlulardan birçok cami, türbe, medrese, kale, kale surları ve yazıtlar kalmıştır. Bunlardan Diyarbakır’daki Şeyh Matar ve Şeyh Safa camileri, özellikle Mardin’deki Sultan Kasım Medresesi ve Ahlat’taki Emir Bayındır Camisi ile kümbeti en önemlileridir. Müslüman olmadan önce koyun totemine bağlı olan Akkoyunlular, İslam dinini benimsedikten sonra da bu toteme bağlılıklarını sürdürerek bayraklarını ve mezar taşlarını koyun resimleriyle süslemişlerdir.
Hasankeyf’te hüküm süren Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu olan Zeynel Mirza Bey, Osmanlı İmparatorluğuna karşı yaptığı (1473) Otlukbeli Savaşı’nda hayatını kaybedince babası Uzun Hasan oğlu için bir türbe yaptırmak ister. İran asıllı olan Abdurrahman oğlu Pir Hüseyin’i bu işe talip olur. Bu öyle bir türbe olmalıdır ki Dünyada eşi ve benzeri olmasın. Nitekim de mimari açıdan Türkistan ve Azerbaycan mimari özelliğini taşıyan bu türbe bugüne kadar yapılanların dışında bir görselliğe sahiptir.
Türbe silindirik bir kaide üzerinde durur. Dıştan daire şeklinde görünmesine karşın içeride sekizgen şeklindedir. Kaidenin üzerinden 4.50 metre yüksekliğe kadar taş ile yükselen yapı yukarı doğru sırlı tuğla örme ile devam eder. Kuzeyde ki ana kapıya 6 basamaklı bir merdiven ile çıkılır ve kapının tam karşısında aynı ebatlarda bir pencere bulunur. Küçük bir kapı ile mezar odasına inilir. Kubbe ile gövde arasına yapılan kasnak yapıya inanılmaz estetik bir güzellik verir. İçerde yarım küre şeklinde olan kubbeye dışarıda miğfer şekli verilmiş. Türbenin süslemeleri de oldukça göz alıcıdır. Firuze, mavi, siyah, mor, kahverengi mozaik ve çiniler sırlı tuğla ile inanılmaz bir uyum sağlamış. Türbenin üzerindeki kitabe ise geometrik ve küfi yazı ile yazılmış olup tarihi ve kimin için yapıldığını anlatıyor. Ayrıca yukarıdan aşağıya doğru inen süslemeler, Allah, Muhammed ve Ali hatları ile defalarca tekrarlanmış.
Şimdi ayakta kalan sadece uzaktan gördüğümüz bu türbe aslında bir Zeynel Bey Külliyesi olarak düşünülmüş.
Türbenin yanında 3 medrese, 1 imarethane, 1 han ve birde hamam bulunuyormuş. Şimdi sadece ayakta kalan bu gördüğümüz türbe.
Ilısu Barajının sularının yükselmesi sonucu sular altında kalacak olan bu türbe oldukça profesyonel bir teknoloji ile 2 kilometrelik uzaklığa, Hasankeyf Park Alanına taşınmış. Tekne ile Hasankeyf turu yapan herkesin görebileceği bir alanda boy gösteren türbe adeta zamana meydan okurcasına ayakta durmakta.
Bütün ihtişamı ile hem Zeynel Mirza Beyin adını hem de mimari güzelliği ile ecdadımızın tarihini bize hatırlatmakta. Sanatçı Abdurrahman oğlu Pir Hüseyin’in verdiği bu eser ile de adını bir kere daha anmadan geçmek olmaz.
Sanatçı aslında sanatına değil, kendini yaratan sanatçısına tutkundur. Sanatı ve verdiği eserleri ona olan sadakat ve minnetinin bir ifadesidir. Madde ve manada aradığı, gördüğü hep odur. Sanat eserlerini asırlar boyunca ayakta tutan, geleceğe taşıyan onu yapan sanatçı mıdır? yoksa sanatçının Yaradan’ına duyduğu vazgeçilmez aşkı mıdır? Dülgerin de, nakkaşın da, hattatın da, neccarın da ilmek ilmek işledikleri hep kendilerine ilahi bir hediye olarak verilen becerinin karşılığıdır.