Ağrı Dağı Efsaneleri / Güzin Osmancık

Şimdi bütün heybeti ile karşımda duruyor Ağrı Dağı. Gözüm zirvede, ama ulaşmak imkânsız.
Nedense dağlara karşı aşırı bir düşkünlüğüm vardır oldu olası. Belki de ulaşılması imkânsız
olduklarındandır. Aynı imkânsız aşklar gibi. Kavuşamayanların hikayeleri olur, kavuşanları
yazan var mıdır bilmem.
Peygamberlerin sığınağı, dervişlerin halvet yeridir dağlar. Altında nice madenler, cevherler
saklıdır da bulunmayı beklerler. Sırdır işte dağlardaki her şey. Ya Ağrı Dağı. Üzerinde ki
bembeyaz örtüsü ile neyi saklamaktadır acaba. Sadece uzaktan onu seyredebilmek bile ne
garip duygular uyandırır insanda. Belki de onu bu kadar gizemli kılan ulaşılamaz olmasıdır.
Birde Nuh Tufanından sonra, Hz Nuh’un gemisinin oturduğu bir zirve vardır ki kutsal olarak
bilinir.
Dağlar heybetli, dağlar gizemli, dağlar saklar içinde nice hikayeleri. Biz onu Ağrı Dağı olarak
biliriz ama Ermenice Ararat, Kürtçe olarak Çiyaye Agiri, Selçuklulardan kalma ismi ile de
Eğri Dağ olarak anılır.
Ağrı Dağı Efsanesi diye kaleme almıştı Yaşar Kemal hikâyeyi. Ama bu efsanenin gerçekte
burada yaşanmış olduğu bilinmekte. Sonun da yine kavuşamayan iki aşığın efsane olmuş
aşklarıdır anlatılan.
Acı bir aşkın geçtiği yerdir burası. Birbirlerini çok seven ama kavuşamayan iki gencin
hikâyesidir bu. Çoban Ahmet ile Mahmut Hanın güzeller güzeli kızı Gülbaharın aşk
hikayesi.
Hikâye Ağrı Dağı eteklerinde ki Sarik Köyünde geçer.

Günlerden bir gün Çoban Ahmet’in kapısına sahipsiz bir at gelir. Her yörenin bir töresi
vardır. Ağrı dağının töresine göre kapıya gelen at geri gönderildiğinde tekrardan üç kere geri
gelirse o at artık o kapıya aittir. Kelle verilir, o at sahibine geri verilmez.
Çoban Ahmet atı alır, en uzak tepelere bırakıp geri döner, ama at her seferinde yine
Ahmet’in kapısına geri gelir. Artık töre gereğince at Ahmet’e aittir ve sahibine geri verilemez.
O sırada Beyazıt Paşası olan zalim Mahmut Hanın atı kaybolmuştur. Atın çoban Ahmet de
olduğunu öğrenen han atını geri ister. Ama nafile, at töre gereğince geri verilmez. Ahmet’e
reddedilmeyecek teklifler yapılır ama töre böyledir, kelle verilir, at geri verilmez.
Köyün bilge kişisi bunu Han’a bildirdiğinde yakalanıp zindana atılır. Han’ın güzeller güzeli kızı
Gülbahar Sultan babasının aksine çok merhametlidir. Buna üzüldüğü için her gün köyün
bilgesine yemek götürüp ondan hikayeler dinler. Ne acıdır ki zindancı Memo da Gülbahar’a
aşıktır. Gülbahar da bahar esintisi saçları, gök mavisi gözleri ile görenin aklını başından alan
bir kızdır. Atını geri alamayan Mahmut Han iyiden iyiye bu olayı gurur meselesi yapar.
Sonunda Ahmet’i de yakalatıp zindana atar.
İşte bu tutkulu aşk hikayesi kapkaranlık o zindan odasında başlar. Gülbahar bilgeye yemek
götürdüğü o gün Ahmedi görür. Ve görür görmez birbirlerine âşık olurlar. Aynı görüp de
ulaşamadığınız o ağrı dağı gibidir onları aşkı da. Biri Han kızına tutkun çoban Ahmet, diğeri
Ahmet’e sevdalı hanın biricik kızı Gülbahar. Artık Atını geri alamayan Mahmud han çareyi
Ahmet ile bilgeyi öldürmekte bulur. Haklarında ölüm fermanı çıkmıştır.
Gülbahar Ahmedi kurtarmak için Memo dan yardım ister. Memo, Gülbaharın o bahar kokan
saçlarından bir tutam vermesi karşılığında tutukluları kaçırmayı kabul eder. Ama gel gör ki
kaçıp kurtulsa da Ahmet, sevdiğinin bir tel saçının başkasının elinde olmasını kendisine
yediremez. Bunu gurur meselesi yapıp bir daha Gülbahara yaklaşmaz.
Ahmet en son yörenin köylüleri tarafından yakınlarda ki Küp Gölünde görülür. Daha sonra
da hiç kimse Ahmet’ten bir haber alamaz.
Gülbahara gelince, o Küp Gölünün başından hiç ayrılmaz. Civarda ki her kes onu gölün
başında ağlarken görür. O günden sonra bir rivayet dolaşır etrafta. Her kes o gölün etrafında
simsiyah bir küheylan üzerinde Ahmet’in sularda dolu dizgin koştuğunu gördüklerini söylerler.
Bu yürek yakan hikâye, dilden dile dolaşarak Ağrı Dağının yaşanmış bir efsanesi olur.
Dağlar gizemdir, dağlar sığınak, dağlar halvet, dağlar efsanelerin konusudur her zaman.
Her bir yolculuk yolcu için yeni ufuklar yeni keşiflerdir. Belki de yolcu kendi hakikatini aramak
için düşmüştür yollara. Şimdilerde uzun bir yolculukta, kendi halvetimde bir dağın gizemlerini
aramaktayım. Ne çok hikayeler yazılmıştır bu gizemli dağ için.
Ya Nuh’un gemisi? Kimler gelip aramadı ki onu. Bulan oldu mu? Sırrın kapısıdır dağlar kim
bilir daha içinde neler saklar. Tufan bütün semavi dinlerin kitaplarında yazdığı gibi Nuh’un
gemisine de ev sahipliği yapan Ağrı Dağından kutsal dağ olarak bahseder. Eski ahitte ki
Yaradılış kitabında geminin karaya oturduğu dağın Ararat Dağı olduğunu yazar.
Daha önceleri kor tepesi anlamında Gre Dağı denirmiş buraya. 13. Yy Marko Polo
seyahatnamesinde Nuh’un gemisini araştırdığını yazmış. Kürtçede Agiri Dağı denmesinin
sebebi yanar dağ, kor dağı anlamında kullanılmış. Ağrı Dağı ismi de bu isimden türediği
söylenmekte.
Nedir onda ki heybet? Avrupa’nın en yüksek dağı benim demesi mi. Yoksa bembeyaz
karların altında sakladığı Nuh’un Gemisinin efsanevi gizemi mi. Türkiye’nin çatısı olarak
bilinen dağın eteklerinden çılgınca akan Karasu ve Bulak başı sularının bereketimi. Kim bilir
daha nice yaşanmışlıkları, nice efsaneleri vardır bu yörenin.
Yörenin töresine gelince, töreler ezelden süregelen, her şeyin üstünde, uyulması gereken
halkın koyduğu kanun üstü kanunlardır. Bel ki de hakikatin arandığı, kişiye layık görülen
kaderdir töre. Kim bilir kaç aşık töre kurbanı kavuşamadı sevdiğine. Kim bilir kaç can feda
edildi, zamansızlık içinde hiç sorgulanmadan yaşanan hayat içinde. Ya Gülbahar ile Ahmet,
görebildiler mi dağın bembeyaz karları altında açan Kardelen çiçeklerini?