DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

 Yerebatan Sarayı / Güzin Osmancık

Yerebatan Sarnıcındaki Medusa Heykeli

Medusa’nın Sırrı.

 Zamansız bir zamanda yaşarım hep. Hangi zamana ait bir tarihin içine girsem, kendimi o zamanın içinde bulurum. Tarih şimdi 532 yılını gösteriyor. Bizans İmparatoru 1.Jüstinianus İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için bir çare arar. Bunun için büyük bir sarnıca ihtiyaç vardır. Sarnıç için  Sultanahmet semtinde bulunan eski bir ibadethane olan Stoa bazilikasının bulunduğu yer en uygun mekandır.  Bu öylesine bir sarnıç olmalıdır ki, hem mimari açıdan bugüne kadar yapılanın en mükemmeli olsun, hem estetik açısından bir sanat eseri olsun, hem de İstanbul’un uzun seneler su ihtiyacına cevap versin.

Sarnıcın içine oldukça dik merdivenlerden inerken kendimi adeta tarihin derinliklerine 7. YY içinde gibi hissediyorum. İçerideki serin ve nemli hava dışarıda ki havaya hiç benzemiyor. Ara sıra başımıza damlayan su damlaları ise buranın hala daha canlı bir sarnıç olduğunu gösteriyor.

Sarnıcın görüntüsü insanı adeta büyülüyor. İçinde tavanı taşıyan tam 336 sütun ile büyülü bir görüntüye sahip olan mekan insanı biraz da ürkütüyor. Ve dört metre aralıklar ile dikilen sütunların görüntüsü sanki sarnıcın hiç sonu yokmuş hissini uyandırıyor insanda. Buraya aynı zamanda Bazilika Sarnıcı da deniyor. Ama görünüşte burası suların içinde var olmuş görkemli bir yeraltı sarayını andırıyor.  Bu sebeple çoğu zaman buraya Yerebatan Sarayı da deniliyor.

 Günümüze kadar gizemini koruyan bu sarnıç, içine girildiğinde insanı ürküten efsunlu görüntüsü ve içinde sakladığı sırları ile sizi kendi derinliklerine doğru çekiyor. Ve üstünde ki hayat ile hiçbir bağlantısı da yok gibi bağımsız bir dünyaya inmiş hissini uyandırıyor.   

Bugün İstanbul içinde mutlaka görülmesi gereken yerin altında gizemli ve canlı kalmış yaşayan bir tarihin içinde Bizans’ı yaşıyorum. Yapımında çalışan 7.000 kölenin Yunanistan ve dünyanın dört bir yanındaki saraylardan sökülüp getirdikleri sütunların taşınışını görür gibiyim. Sütunlardan bazıları Dor,  İyon ve  Corinht tarzında. Bazıları da üzerinde tavus gözü denilen motifler taşıyan Gözyaşı Sütunları.  Bunlara ağlayan sütunlarda deniyor. Sebebi ise sarnıcın yapımında ölen kölelerin anısına dikildiği söyleniyor. Sarnıcın en önemli figürü ise Roma’dan getirilen Medusa’nın mermerden başı.

100.000 ton su kapasiteli sarnıcın suyu Cebeci köyde ki Valens kemeri ile 19 km uzaklıktaki Belgrad ormanlarından getirilmiş. 140 m uzunluğundaki sarnıca 52 merdivenle iniyoruz. Sarnıcın içi oldukça kalabalık, yoğun bir ziyaretçi turist akımı var. Hakkında pek çok sırları saklayan bu mekan görünüşü ile tam fotoğraflık. Bizans’tan Osmanlıya ve günümüze kadar uzanan sarnıç içinde bilinmeyen pek çok sırları saklamakta. İçimde bulunan onlarca dehlizin nerelere kadar uzandığı ise hiç bilinmiyor. Mimari ve sanat açısından sarnıcı incelediğimiz de en önemli özelliğinin dışarıya su sızdırmayan yalıtımı olduğunu görüyoruz. Tuğlaların arasında ki horasan harcına benzer bir harç ile yapılan yalıtım, yüzyıllardır dışarıya su sızdırmamış.

9 metre yükseklikteki sütunlar ise kemerli tuğlalar ile tavanın bütün yükünü hafifletiyor ve içeriye inanılmaz sanatsal bir görüntü veriyor. Ama bütün bunların yanı sıra sarnıcın en önemli özelliği hala daha açıklanamayan sırları, tılsımları ile ters duran Medusa başı. Medusa başının buraya hangi amaçla getirildiği ve neden ters ve yan olarak konduğu sorusunun pek çok cevabı var.

Medusa, mitolojik efsanelere göre hakkında pek çok sırları taşıyan bir kişilik. Kendisine bakanları taşa çeviren bir güce sahip olduğu söyleniyor.  İçine girdiğinizde insanı ürküten bu görüntüden etkilenmemek imkansız.

 İnsan Medusa heykellerinin bu sarnıçta ne işi var diye düşünmeden de edemiyor. Bu heykeller ile sarnıca bir tılsım mı yapılmış yoksa sarnıcı koruma amaçlı mı konmuş bilinmiyor. Hakkında pek çok şehir efsaneleri üretilmiş.

Medusa, antik çağın bir mitidir. Yunan mitolojisin de üç Gorgonadan biridir. Gorgonalar korkunç dişi canavarlardır.  Medusa dişil gücün simgesi olarak kabul edilir.  Denizin derinliklerinde ki gizli tehlikelerin tanrısı Phorcys ve Ketonun 3 kızından biridir.  

Efsaneye göre Medusa, altın sarısı saçları ve mükemmel fiziği ile güzeller güzeli bir kızdır. Kendisini görenlerin aklını başından alacak kadar güzeldir. Ama kendisi büyük bir tutku ile Tanrı Zeusun oğlu Perseus’a aşıktır. Ama aynı zamanda Athena’da Perseus’a tutkulu bir aşkla bağlıdır.  Mitolojik efsaneye göre Medusayı çok kıskanır ve ona yaptığı büyü ile saçlarını zehirli yılanlara çevirir.  Artık Medusa nın o güzel saçlarının yerinde zehirli yılanlar vardır. Kendini aynada bu şekilde gören Medusa üzüntüden taş keser. Ve bundan sonra kendine bakan herkesi keskin bakışları ile taşa çevirir.  Başka bir hikayede şöyledir. Medusa Yunan mitolojisinin en bahtsız kadın karakterlerindendir.  Onun hikayesi Yunanistan da ki Athena tapınağında başlar.  Athena’nın kocası olan Poseidon Medusa’nın güzelliği karşısında nefsine yenik düşer.   Evli olmasına rağmen Medusa’ya aşık olur. Ve onun güzelliğinden istifade ederek ona zara verir.  Bunu kıskanan Athena onun güzelliğini alarak böylece ondan kurtulur. Bu hikayeler pek çok uzun mitolojik efsaneleri oluşturur. Roma heykel sanatının önemli örneklerinden biri olan Medusa’nın mermer başı hala daha insanları etkilemeye devam ediyor.  

Hristiyan olan Roma İmparatoru 1.Konstantin yeni kurulan imparatorluğun başkenti olan İstanbul’a gelirken pek çok tarihi eserleri de beraberinde getirmiş.  Onun ardından İstanbul’a gelen Bizans imparatoru 1. Justinianus pagan kültürüne ait olan bu heykelleri yerin altına gömerek bu inanışa son vermek istemiş.  Suyun altında gömülen bu heykellerin sebebinin bu olduğu da bir varsayımdır.  

Sarnıcın çevresindeki evler, açtıkları kuyulardan su ihtiyaçlarını buradan karşılamışlar. Ama İstanbul’un fethi ile şehir Osmanlının eline geçince sarnıç işlevselliğini yitirmiş. Çünkü Osmanlı durgun su kullanmadığı için sarnıç suyuna rağbet edilmemiş. Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında Mimar Sinan’a getirtilen 40 çeşme suları ile İstanbul’un su ihtiyacı büyük ölçüde karşılanmış.  Sarnıç ise sadece Ayasofya’nın bahçesini sulamak için kullanılmış. Bugün müze olarak kullanılan toprak altındaki   bu tarihi sarnıç İstanbul’un en büyük turistik ziyaret yerlerinden biri. Önünde metrelerce kuyruklar oluşuyor.  

Sırları ile yeraltında yatan bu sarnıç ile ilgili pek çok hikayeler var. Medusa’nın mermer başı gerçekte İstanbul’u koruyan tılsımlı bir heykel mi?  Yoksa korkunç güçlere sahip olan Medusa’nın kendisine bakanları taşa çevirmemek için mi buraya saklanmış. Heykelin ters olarak konmasının sebebi de bakanları Medusa’nın bakışlarından korumak için mi? bilinmez. Durgun sularda Medusa’nın başı hala daha gizemini korumakta.

 Sıralar, her zaman için insanlarda merak ve öğrenme isteği oluşturmuştur.  Hakkında pek çok efsaneler yazılarak insanların ilgisini çeken Yerebatan sarayı da pek çok ulaşılamayan sırlara sahiptir.  Ama şu da bir gerçek ki Medusa başı Yerebatan sarayını büyülü bir atmosfere çevirerek buraya hayat veriyor.

Yunan kültüründe var olan mitolojik hikayeler ve içindeki karakterler hayal mahsulü fantastik ürünler mi, yoksa gerçekte yaşanmış olayların mitolojik karakterlere dönüşmesi midir? Belki de gerçekte yaşamış olan kahramanların zamanla efsaneye dönüşmüş hikayeleridir, bilinmez. Bir efsaneye göre geceleri sarnıç içinden ağlama ve çığlık sesleri duyulduğudur. Ama daha sonraları bunun sebebinin suların içinde yaşayan aynalı sazan balıklarından geldiği doğrultusundadır.

Su, hayatımızda ki en önemli unsur. Canlı hayatın sudan başlaması, suyun hafızasının olduğu, negatif ve pozitif düşüncelerden etkilendiği gerçeğini unutmamak lazım. Bu sebepledir ki durgun suya rağbet yoktur. “Su gibi aziz olmak “sözünde ki Aziz kelimesi bile suyun kutsiyetini anlatmaya yetiyor. 

İstanbul da, tarihin çok gerilerinde gizli kalmış sırlarını saklayan Yerebatan Sarayı, bende hayranlığın yanında ürkütücü bir his uyandırdı. Acaba sizlerin üzerinde nasıl bir duygu uyandıracak. 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 46 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları