DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Hodayi Şir-i Hace Lisan ül Gayb, Tercüman ül Esrar, Esrar-ı Pir / Güzin Osmancık

Ne kadar ilginçtir ki yüzde sekseni çöl olan göçebe bir halkın yaşadığı bu topraklardan böylesine büyük şairler çıksın. İran erkeklerinin belki de bir geleneğidir bu. Yazdıkları aşk mektuplarına mutlaka bir şiir eklemek, ne çok şair yetişmiş bu iklimde. Şiir onların kanına işlemiş bir edebiyat tarzı. Belki toprağından, havasından veya suyundandır. Belki de İran halkının hassas ve içsel duygularının çok yüksek olmasındandır.

Bugün yine gezginiz.  Gezgin gezen değil, kendini arayanmış.  “Hiçbir şey zekayı seyahat etmek kadar geliştiremez” der Émile Zola. “Ne kadar uzağa gidersen o kadar kendine yaklaşırsın” demiş şair. Belki de bundandır uzak diyarlara gidişimiz. Sabahın ilk ışıkları ile koyulduk yine yollara.

 İlk durağımız Şiraz. İran kültürünün unutulmaz şehri Şiraz. Fars bölgesinin en büyük şehirlerinden, güller ve şairler şehri diyorlar buraya.  Aynı zamanda İran’ın kültür başkenti.

 Geldiğimiz bu yer Rüknabad Deresi’nin olduğu mesire yeri. Burası ünü İran’ın sınırlarını aşan şair Hafız-ı Şirazi’nin kabrinin olduğu yer. (1390)

 Asıl adı Hace Şemseddin Muhammed’ olan şairi herkes Hafız mahlası ile tanır.

Çok sevdiği için buraya gömülmek istemiş. Çiçekler içinde servi ağaçları, ağaçlarda şakıyan kuşları ile insana öylesine huzur veriyor ki bu bahçe.

Hafız’ın Rüknebat ırmağının olduğu mesire yerini sevmesi sebepsiz değildir. 

O, bir zamanlar Şah Nebat adında bir kıza delicesine tutkundur. Büyük aşkı ile buluştuğu, ona aşk şiirleri söylediği yerdir burası. Ama hikâye hep aynıdır. Aile baskısı yüzünden bir türlü kavuşamazlar.  Ve bu imkânsız aşkı sebebi ile şiire sarılır.

Belki de onu bu kadar ünlü bir şair yapan şey kavuşamadığı aşkının verdiği acıdır.

“Öyle bir aşk derdi çektim ki sorma,
Öyle bir hicran zehri tattım ki sorma

Dolaştım dünyayı da sonunda öyle bir dilber seçtim ki sorma.

Kapısının toprağının arzusuyla

Gözlerim den öyle yaşlar akıyor ki sorma.

 Sensiz kendi yoksul kulübemde öyle çileler çektim ki sorma.”

Böyle mısralara döker çektiği aşk acısını. O öylesine aşkın pençesine düşmüştür ki uzaklara giden sevgilinin ardından kendini Baba Kohi Türbesine kapatıp 40 gün itikâfa girip hayat ile bütün bağlarını koparır.

“Bugün senin elindeyim merhamet et
Yarın toprak olunca pişmanlık gözyaşı ne fayda.
Namazda kaşının kıvrımı aklıma geldi
Öyle bir hal oldu ki, mihrab feryada geldi.”

40.  günün sonunda itikâfta kaldığı türbeden çıkar.  Divan edebiyatında itikâfa girdiği yer Külbe-i Ahsezan olarak geçer veya Beytül Hazen (hüzün evi). Artık oradan çıktığında çok farklıdır. Bu süre zarfında Allah’a yöneliş başlar. Dünyevi aşkı uhrevi aşka dönüşür.

“Sakın ümitsiz olma! Gaybın sırrına vakıf değilsin.
Perdenin arkasında gizli oyunlar var, oyuna üzülme.
Gönlüm yokluk seli, varlığımın temelini kökünden yıkıp götürse de
Madem ki kaptanım Nuh’tur. Dert etme tufanı, üzülme.”

 Derin bir fıkıh ve kelam ilmine sahiptir. Hayatını İslâmi kurallar doğrultusun da yaşar. Okulda diğer talebelerden farklı bir zekaya sahip olduğu için hemen fark edilir. Zamanla yazdığı şiirler beğenilir ve en çok okunan şair olur. İran halkı şiire karşı çok duyarlıdır, şiir onların hayatlarının bir parçasıdır. Hafız-ı Şirazi şiirlerinde hüznü, sevinci sevgiyi, umutsuzluğu öylesine güzel anlatır ki okuyan herkes kendi hayatından bir parça bulur. Şiirleri onun iç dünyasının dışa akışıdır, aynı zamanda vermek istediği mesajıdır.

“Hafız gibi on dört rivayete göre Kuran’ı ezbere okusan da,
Faydasız feryadına ancak yetişir aşk.”

Aşkının izlerini hatıralarını hatırlatan Şiraz’a olan tutkusunu birçok şiirinde dile getirir. 

“Ne hoştur Şiraz’ın benzersiz konumu
Sevgilinin konağının havası, bizim için ab-ı hayattır.
Ey saba, Şiraz’ımın toprağından bana bir hoş rüzgâr getir.
Hüda’mız yok olmaktan sen onu koru
Rüknebad ı Rabbimiz yüz kez koru.”

Çiçeklerin süslediği Hafiziye Külliyesi’ne girdiğimizde sekizgen şeklinde yapılmış görkemli kabri ile karşılaşıyoruz. İran’da sekizgen formu neredeyse bütün yapılarda kullanılmış. Sebebi ise Yunus Emre’nin şiirinde geçen cennetin sekiz kapısının baz alınması. 

“Hafiziye külliyesinde aşk başta kolay görüldü,
Lakin sonuçta zorluk çoktu.
Aşk ve acı kardeştir, aşkın ne hüneri vardır ki hüzünden öte.
Aşka maruz kalan hüzne hazır olsun.”

Hâce lakabından onun asil bir aileye sahip olduğu bilinir. Çünkü Hace ön ismi ilim sahibi kişiler için kullanılan bir sıfattır.  Ama babasının ölümü ile maddi açıdan zor günler yaşar. Yoksulluğu sebebi ile küçük yaşlarda çalışmak zorunda kalır, ekmek fırınında çalışarak ailesinin geçimini sağlar. Şiirlerini belli bir tabakaya değil, her kesimden insanı içine alacak şekilde yazar.

Özellikle “Hayat o kadar kısadır ki, bizler sadece içinden geçiyoruz. Yolcuyuz, o zaman savaş niye, kavga niye sevgi varken mutluluk varken” felsefesini vurgular.

“Dostum, feleğin on günlük sevgisi masaldan hikâyeden ibarettir.
Dostlara iyilik etmek için şu on günlük fırsatı ganimet bil.
Zaman, yaşamamız için bize sunulmuş armağandır.
Bu armağanı doyasıya yaşa ve dostlarına da yaşat, elini çabuk tut!”

Hafız-ı Şirazî bütün şiir türlerinden örnekler verse de ağırlık olarak gazel ve rübaileri ile ön plana çıkar. Kasideler aşk sevgi ve güzellik üzerine yazılmış şiirlerdir. Gazellerin başında yer alır. Rübailer ise aruz vezninde yazılır.  Farsçanın yanı sıra çok iyi bir Arap edebiyatı kültürüne de sahiptir. Hakikat yolunun kılavuz olmadan yürünemeyeceğini söylemiş olması sebebi ile mutlaka bir kamili mürşide tabi olduğu düşünülür ama kesin olarak kime intisap ettiği bilinmez. 

Kendinden önceki şairlerin etkisinde kalsa da yine de kendine has çok farklı bir tarzı vardır. Özellikle Ömer Hayyam, Selmani, Sadi, İsfahani gibi birçok şairden etkilendiği gibi pek çok şair de onun etkisinde kalmıştır. Hatta Osmanlı divan edebiyatı şairleri, Fuzuli, Baki, Nefi, Nedim, Nabi, Şeyh Galip’in ondan etkilendiğini görüyoruz. Hatta Almanların Müslüman olan büyük şairi Goethe ondan çok etkilenerek şiirlerini “Divan-ı Şarki” adı altında toplamış. Özellikle hafızın Lisan-ül Gayb (gizliliğin Dili) adlı divanı başyapıt olarak bilinmektedir.

 Bu eser İran’da neredeyse her evde bulunur. Lisan-ül Gayb Divanı pek çok Asya ve Avrupa ülkelerinde rağbet görür.  Bu divan için fal kitabı dense de bu batıni ilimler doğrultusunda yazıldığı için fal sözcüğü bana pek doğru gelmedi. Niyet olarak telaffuz belki daha uygundur. Kitabın özelliği kendi hakkında bir şey öğrenmek isteyen kişi

“Ey hafız-ı şirazi, ber ma nazar endazi/men talib-i yek falem/  Tü kaşif-i her razi”

 (Ey Şiraz-i Hafız. Bize bakmaktasın, ben bir sır istiyorum, sen ise bütün sırları açıklıyorsun) dedikten sonra gelişi güzel bir sayfayı açar ve kendine ait sonuçları öğrenir. Buradan Hafızın batini ilimlerde de hatırı sayılır bir yeri olduğunu görüyoruz. Bu sebeple onun bir adı da Lisan-ül Gaybdır. Yani gaybdan haber veren kişidir

“Ömür de bir harman yerine benzer
Yandığı zaman bir saman çöpü kadar değeri kalmaz,
Bu yüzden yaşamdan tat almaya bak!”

Hafız-ı Şirazî gazellerinde mazmunu en usta kullanan şairlerden biridir. Mazmun divan şiirinde bir estetik anlayışı, dil ustalığıdır. Aynı zamanda gizli anlam olarak da bilinir.

Hafız’ın Divan’ı birçok Batı diline çevrilmiş, Farsça üzerinde çalışan edebiyatçılar şiirleri üzerinde çalışıp, incemeler yapmışlar. Unesco tarafından 1988 yılının kasım ayında Şiraz’da, Hafız-ı Şiraz-i’nin 600. ölüm yıldönümü nedeniyle uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir.

İnsan gibi davranmanın önemi, erdemi vurgulanıyor.

“Aşağılık kişileri doyurup besleyen zaman sofrasında huzur ve istirahat balı yoktur.
Gönül, tamahını, hırsını bu sofranın acısından da kes, tatlısından da.,”

Hafız’ın gazellerinde sevgilisiyle ayrılığın hüznünü, kaybettiği evladının yürek yakan acısını ruhsal çöküntüsünün izlerini çok açık bir şekilde görürüz.  Ayrıca gazellerinde ölüm temasına da çok yer vererek insanı hüzün ve korku arasında duygulara gark eder. Mutluluğu, sevinci, acısı, İsyanı ile gelgitleri yani bir insanın yaşayacağı bütün duyguları onun şiirlerinde bulabilirsiniz.

“İster ayık ister sarhoş, herkes yâre taliptir.
Her yer aşk evidir ister mescit ister havra.”

Onun gazellerinde meyhane ve şaraptan bahsetmesi bizi şaşırtmasın. Tasavvuf dilinde hepsi farklı imgeler ile remz edilmiştir. Tasavvufta kâmil insanın eğitim yeridir meyhane.

Meyhane bir anlamda da dünyayı veya gönül evini simgelerken, şarap, aşk, coşku, neşe, ile kendinden geçmek, meyhaneci ise mürşittir. Bu sebeple Hafızın şiirleri kişinin idrak dağarcığı ile paraleldir.

 Ancak deniz nice derin olsa da alacağımız su kabımıza bağlıdır. Bu yüzden Hafız’ın gazelleri daha yüzlerce yıl çeşit çeşit bağlam içinde yorumlanacaktır.

“Rintlik öğren kerem sahibi.
Şarap içmek o kadar büyük bir hüner değil…
Hayvan da içmiyor ama insan değil ki!”

 Huzur bulduğumuz bu yerden ayrılırken Hafız’ın ziyaretine gelenler için yazdığı müjde olabilecek şu mısralar aklıma geliyor.

“Bizim türbemizden geçtiğinde himmet iste
Çünkü bizim kabrimiz cihan rindlerinin ziyaretgahı olacaktır.”

 (rind: dünya malına önem vermemek, dünyaya önem vermemek.)

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 50 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları