DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Tersine Giden Tren / Ramazan Seydaoğlu


(Kara Tren Hikâyelerinden)

Peki, Sakarya Ekspresini bilir misiniz?

Ben de bilmiyordum, ta ki geçenlerde bir iş için gittiğim Topkapı Matbaacılar Sitesi’nden dönene dek… O gün İstanbul’a bahsi geçen Gebze-Harem hattıyla gitmiştim. Kadıköy “Uzunçayır” mevkiinde minibüsten inip metrobüse geçmiş, oradan Topkapı’ya işlerimi gördükten sonra tekrar aynı araç ile Kadıköy’e geri dönüyordum. Yolda hesap yapıyordum; “Şu saatlerde E5 Karayolu çok kalabalık olur. Hem şu minibüsçülerin kahrı da çekilmez. Sık sık dururlar, gereği yokken başka araba sürücülerine yüksek sesle ve argo bir ağızla kızarlar, müşterilere kaba davranırlar ve çoğu yerde aşırı surat yapıp can güvenliğini tehlikeye atarlar.. En iyisi daha kalabalık olmadan trene gitmek.. Hem minibüse üç lira vermem lazım gelir, oysa trenle gidersem akbilden dolayı kırk kuruşluk bir aktarma yapmam kâfi gelecek… ” diye düşünüp Söğütlüçeşme’de inmeye karar verdim.
Demiryolları bilet gişesine yönelip baktım. Birkaç kişi sıraya girmişti. Sanırım Ada Ekspresi zamanı olmalıydı. O an, aktarma ücretinden vazgeçip ekspres ile gitmeye karar verdim. Böylece daha hızlı gitmiş olurdum. Zaten indirimli bilet alırsam Gebze’ye en fazla seksen kuruş gibi bir fazla ödeme yapmam yeterli olacaktı. Ayaklarım beni gişelerin bulunduğu yöne götürdü. Sırada beklerken, hareket saatlerinin yazılı olduğu pano gözüme ilişti. Trenin gelmesine on dakika vardı. Bu iyi bir zamandı. Yaklaşık bir saat sonra Gebze’de inecek, şehriçinde onbeş dakikalık bir seyahatten sonra evde olabilecektim demekti. Biletimi indirimli olarak aldım. Yürüyen merdivenlerden yukarı doğru çıkıp istasyonun en baş vagonunun duracağı yeri tahminen bulup beklemeye başladım.

YANLIŞ TRENE BİNİYORUM

Fazla beklemeden tren sesi ile birlikte benim gibi bekleyen birçok kişi perona doğru yöneldi. Tren önümden geçerken ağırlaşmış, ilk vagonun son kapısı da önüme denk gelecek şekilde durmuştu. Trene binmeden vagonun arka tarafında kapıya yakın bir mesafede pencere ile tekerlek arasındaki trenin künyesinin yazılı olduğu tabela gözüme ilişti. Üst tarafta SAKARYA EKSPRESİ yazılı idi. Altındaki “HAYDARPAŞA-ESKİŞEHİR, ESKİŞEHİR-HAYDARPAŞA” satırını okumadan önümde duran kapıdan trene bindim. Trene binerken yanlış tren olma olasılığı çok az da olsa içimden geçtiyse de aklımdan geçen ilk şey, Sakarya’nın yeni isminin Adapazarı oluşu ve yanlış da olsa nasılsa Gebze’de ineceğim idi..

Vagondaki koltuk dizileri Ada Ekspresinin koltuk sıralamasına benzemiyordu. Orada koltuklar genellikle ikili olur, orta sırada ise karşılıklı iki koltuk arasına bir masa olurdu. Oysa bu trende sıralama değişik idi.. Sağ taraftaki dizinin tekli koltuklardan, sol taraftaki koltukların da çiftli koltuklardan oluşması ve vagonun biraz daha konforlu olması dikkatimi çektiyse de fazla önemsemeden arkadaki boş, tekli koltuklardan birine oturmadan elimdeki paketi koltukların üstündeki cam raflara yerleştirdim. Koltuğun rahatlığı ve benim yorgunluğum başka bir şeyler düşünmeme engel olduğundan hafif bir şekilde kendimi koyuverdim.

Tren alışılmışın dışında çok hızlıydı. Bostancı’da olsa gerek, bir yerde daha durdu. Maltepe gibi istasyonlarda durmayışı ilk etapta dikkatimi çekmemişti. Nasılsa eksprese binmiştim. Boşuna mı fark ödemiştim. Pendik’te duran trene yolcular binerken oturmadan önce biletlerine bakıp koltuk numaralarını kontrol ederek oturuyorlardı. ‘Allah Allah, Ada Ekspresi’nde bu uygulama yeni mi başlamıştı. Yok canım yanılıyorum..” diye geçirdim içimden. Ama her şey Pendik İstasyonu’ndan ayrıldıktan sonra başladı. Tren vagonlarında ilk kez bir anons sesine rastlıyordum. Makinist tıpkı uçaklarda olduğu gibi kalkış istasyonunu ve varış merkezlerine ulaşım saatini anons ediyordu. “Sayın Yolcularımız Sakarya Ekspresimiz Haydarpaşa Garı’ndan saat….’de hareket etmiş olup, İzmit, Arifiye, Bilecik üzerinden saat …’da Eksişehir’e varacaktır.” Bu son şehir adı kafamda zonklamaya başladı… “…Eskişehir’e varacaktır!…”

Kondoktor bilet kontrollerine başlamıştı bu arada. Yanıma gelinceye kadar yan koltuktaki iki gençle sohbet etmeye çalışıyordum. Bu trendeki anonsu işaret ederek daha önce trenlerde böyle bir uygulamaya rastlamadığımı söylüyorum. İkisi de gözlerine alık alık bakıyorlar.. Biraz daha üsteleyince bir genç kulaklarından kulaklıklarını çıkarıp bana “Buyurunuz, bir şey mi dediniz?” dedi. “Tüh” dedim kendi kendime.. Nasıl da fark edememiştim kulaklıklarını.. Tekrarlamak zorunda kaldım cümlemi.. Ama kulaklıklarından dolayı anonsu duymayan gençler bu sözlerimden bir şey anlamamış olacaklar ki, ikisi birden “Bilmem” anlamında dudak bükerek tekrar kulaklıklarını takıp dünyalarına döndüler… Kendime daha çok kızmaya başlamıştım. Şimdi gençler içlerinden benim deli olup olmadıklarını sorguluyorlardır..

Kondoktor önümdeki koltuğa yaklaşınca biletimi hazırladım. Önümdeki bayanın bileti ile benimkisi değişik idi. Onun bir yaprak halinde idi, benimkisi küçük yeşil bir kart şeklindeydi. Klasik bir tren bileti.. Sıra bana gelince “Galiba yanlış trene binmişim.” dedim. Kondoktor elindeki küçük bileti küçümsercesine evirip çevirdi. “Evet, yanlış bindiniz. Geçmiş olsun. Artık İzmit’te inersin.” dedi.

“Neden? Ben Gebze’de ineceğim.” dedim.

“Tren İzmit’e kadar durmaz artık.” dedi.

“Ya Tuzla’da da mı durmuyor?”

“Hayır, ama eşyan hazır olsun bazen sinyalizasyondan dolayı yavaşlar, o zaman inersin.”

BOŞYERE TRENİ DURDURMAYA ÇALIŞIYORUM

Ben yanlış trene binsem bile bu çok önemli değildi. Nasılsa bir yerde durur veya ben onu durdurmayı bilirdim…

Ben trenin Tuzla veya Gebze’de ışıklarda duracağından ümidvar olarak her an inmeye hazır bir şekilde beklemeye koyuldum. Bu arada Gebze ve Tavşancıl istasyonlarında çalışan arkadaşlarım aklıma geldi. Onları telefonla arayıp treni sinyal ile veya bir şekilde durdurmalarını isteyebilirdim. Önce Gebze’de çalışan arkadaşımı aradım. Telefonu uzun uzun çaldırmadan sonra açan arkadaşıma durumu kısaca özetledim. O üzülerek izin günü olduğunu ve şu an evde bulunduğunu belirtti. Ama buna rağmen İstasyon amirine telefon edip bir şey yapıp yapamayacağını belirtti. Kısa süre sonra bana dönerek müdürünün İstasyonda olmadığını “üzülerek” belirtti. Ben Tavşancıl’daki arkadaşı da arayarak durumu iletiyorum. Bugün benim şansıma arkadaşlarımın izin günü imiş meğer..

Ben arkadaşlarımın treni durdurmalarından ümidimi keserek, Gebze istasyonuna yaklaşan trenin sinyallerden duracağını umarak eşyalarımla beraber kapıda beklemeye başladım. Bir ara makas başı olarak tabir edilen mevkide yol değiştirirken yavaşlayan trenin kapısını açıyorum. Biraz daha yavaşlarsa atlanabilecek duruma gelebilirdi ama o anki suratın atlamaya müsait olmadığı kesindi. Trenin yol değiştirmesi, lokomotifin hafif bir meyil almasına ve makinistin dikiz aynasının görünmesine neden oldu. Elimle makiniste doğru işaretler vererek boş yere durmasını sağlamaya çalıştım. Tren Gebze istasyonunda durmadan geçti. Artık tamamen kabullenmeye başlamıştım. Evet ben yanlış trene binmiştim. Ve tren beni inmem gereken yerde indirmeyip hızla İzmit’e doğru süzülüyordu.

Gerisin geriye gelip koltuğuma otururken gözüm “İmdat Freni” aradı. Doğrusu vagonda olsaydı çekmeyi bile göze almıştım. Allah’tan o freni bulamadım. Bu kez Adapazarı ile Sakarya arasındaki farkı iyice anlamaya başlamıştım. Adapazarı bir şehir adıydı, Sakarya ise hem bir nehir hem de Merhum Sultan-i Şuara Necip Fazıl’ın bir şiirinin adı…

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 91 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları