DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Haziran 2007 Notları / Ramazan Seydaoğlu

“Çeşmeler Yaptırdım Suyun İçmeye” ya da Gebze’de Çeşme Yok

Haziran 15, 2007

Su medeniyettir. Su uygarlıktır. Suyla mamur olmuş kainat. Ve suyla bina edilir hayat. Suyun adına şiirler dizilmiş.

O sevgilinin yüzü suyu hürmetine adaklar adanmış.

Suyu kutsamamışız belki ama suyu aziz kılmışız. “Su gibi aziz ol” demişiz bize bir yudum su verenlere… Bir de gözlerimizden bir damla su akıtmışız ayrılığımızın hasretimizin acımızın ardından…

Suyu ölümsüzlük iksiri yapmış, dağlarda o ab-i hayatı aramış durmuşuz. Bulanımız yok o suyu ama, suyla yaşadığımızı öğrenmişiz. Şehirler yapmışız ortalarına çeşmeler kurmuşuz gelip geçenlerin içmeleri için.

Suya bu kadar alışık olan yüreğimizi serinletecek ve çatlayan dudaklarımıza, kuruyan dilimize bir damla su vermek için çarşı-pazar dolaşırken ancak bir büfeden bir şişe su almamız gerekecek. Uygarlığın sembolu olan suyu neden bir sokağın veya işlek bir caddenin başında kurulan bir ve şakır şakır akan bir çeşmeden lıkır lıkır içmeyelim ki. Hem benim param var, ya parası olmayanlar nasıl alsın o suyu büfeden. Haydi diyelim tüm insanlar aldı da içti suyunu. Peki ya evin, apartmanın, iş hanının çatısına yuva yapmış, ama susuzluktan kavrulup duran, gözlerini göğe çevirip bir damla rahmet bekleyen o üveyikler, serçeler, bir de sahipsiz kediler vardır, doğduğu günden bu yana annesinden ayrılıp yaşadığı evden atılmış, ya da annesiyle birlikte sokağa salıverilmiş kedi yavruları ve sahipsiz köpekler nereden içsin ki… Onların ne ceplerinde parası ne de kredi kartları var.

Atalarımız çeşme ve gözü aynı sözcükle betimlemişler: “Ayn”. Bu eş anlamlılık onların çeşmeleri şehirlerin gözü olarak algıladıklarından mıdır nedir?.. Gerçekten şehirlerin dikkati çeken yanı o şehrin su kültüründen almış olduğu nasipledir. “Yeşil Bursa” tabiri ağaca ve dolayısıyla onların yaşamalarına sebep olan suların önemine vurgu yapıyor gibi…

Evet çeşme yok Gebze’de. Tarihin gerilerine gidersek; Anibal (Haniball) gibi dünyaya meydan okumuş kahramanların, Fatih Sultan Mehmet gibi devir değiştiren sultanların uğrak mekanları ve hayata gözlerini yumdukları bu toprakları yeterince önemsemiyoruz demektir. Gebze’nin mimarı olarak kabul edilen Çoban Mustafa Paşa kulliyesini yaptırırken, bugün Gebze halkı tarafından işgal edilip çarşı yapılan (EskiÇarşı) vakfiyesinin sınırlarına bir hamam ve hamamın yanına da herkes faydalansın diye taştan ve bir evi andıran bir çeşme inşa etmiş. Maalesef bu çeşme günümüzde kısmen çalışıyor. Günün her saatinde başında bir çocuk, bir serçe görmeniz mümkün ama. Çeşmenin varlığından yararlanarak kocaman bir çınar yeşermiş ki, gölgesinde nice gariban oturup serinler ve çeşmesinden suyunu içip Rabbinden bir rızzık bekler.

Gebze’de şehirin bazı bölgelerine adını vermiş çeşmeler de var aslında. Arapçeşme, Köşklüçeşme ve Yumrukaya çeşmesi diye. Arapçeşme ve Köşklüçeşme Gebze’nin önemli iki mahallesine de ad olmuş aynı zamanda.. Ama bu iki çeşmenin yerine sadece isimleri kalmış. İsimleri bile yetmiş bir şehrin kaderini belirtmeye.. Yumrukaya Çeşmesi nasıl bir tarihsel uzantısı var bilmiyorum ama, halen halkın doğal içme suyu kaynağı ve yön bulmada yardımcı olan önemli bir mihenk noktası konumunda… “Yumrukaya mevkii” denilir sıklıkla. Gebzeliler arabalarıyla bu suyun başında saatlerce bekler, sırası gelince getirdiği bidonları doldurup arabasının arkasına koyar ve evine götürüp şifa niyetine ve gönül rahatlığıyla içer bunu… Ataların yadigarı çeşmemizi çeşme kültürümüzü ve en azından kurulu bulunan bu çeşmelerimizi bakalım ne kadar götürebileceğiz.

Bir de E-5 karayolu kenarında bir çeşme var ki hayırseverin biri yoldan gelip geçenler içsinler diye yapmış ki, ‘işte o ataların soyundan biri’ dedirtecek kadar zarif bir yapı olmasa da, en azından “Çeşme Kültürü” bakımından onların torunu olduğunu gösterecek bir şey… Ama adına “Yalız Çeşmesi” denilen bu çeşmenin de suyu kesilmiş efendim. Susuz bir çeşme şimdi “Yalız Çeşmesi” Bunu ilçe Belediye Başkanı’na soruyorum. Gerekçesi gayet komik.. Adamlar ticari bir isimle adlandırdıkları çeşmeye su sayacı koymadıklarından belediye onların suyunu kestirmiş… Ağlasak mı gülsek mi kabilinden bu cevap milletçe daha olgunlaşmadığımız ve kendimize olgun ve yetkin insanları yönetici olarak seçemediğimizin göstergesiydi bu aslında.

Bir susuz çeşme daha vardır efendim Gebze’de çamlık parkın içindeki o dökümden yapılmış, hoş desenli çeşme… yanına bir de çay ocağı kondurulmuş. Çeşmeden su içemeyenler çay içsin diye mi ne!.. Mahsus mu yapılmış bilmem ki tövbe tövbe ama, muslukları hep kuru… Aklıma başka şey de gelmiyor ki..

Gönül isterdi ki “Eski Çarşı”mızın başında ve sonunda, “Yeni Çarşı”nın ortalarında ve başlarında, “Cumapazarı”nın kurulduğu caddenin muhtelif yerlerinde, belediyenin önünde ve çevresinde nice çeşmeler kurulaydı ki şehrin isminin başına bunu remzeden sözcükler getirsinler, insanlar gelip geçerken suyundan içsinler, içsinler de serinlesinler ve buna sebep olanlara, bu çeşmeleri bina edenlere sessiz bir dua yollasınlar…

Bursa’da, Yalova’da çokça çeşme vardır. Hele Bursa’da kocaman bir çınar gördün mü altında muhakkak bir çeşme bulursunuz. Hatta çınarların gövdesinde bile çeşme oyulmuş. Ama bizde çınar kalmadı efendim. Akasyalarımız susuz büyüyor ya artık, çeşmelere de ihtiyacımız yoktur.

Bakalım biz kendimizden sonrakilere nasıl ağaçlar ve çeşmeler bırakacağız.

 

Kör Keser Ne Kesmez ki…

Haziran 15, 2007

Muhatabına Beddualar

… Dilinden ah eksilmesin !
… En güzel günün ağlamaklı olsun !
… Hayatının en lezzetli anı zehirli anın olsun !
… Tuttuğun her şey seni lanetlesin !
… Kimseden hayır görmeyesin !
… Bir kaşık suda boğulasın !
… Cehenneme layik olsun etin !
… Arabalara yem olasın !
… Bana yaptığından beter olasın !
… Ah etsen ciğerlerin ağzından gelsin !
… Sigara gibi yanıp havaya karışasın !
… Benden uzak kalasın şeytan yüzlü !
… Gecen ola, gündüzün olmaya !
… Ellere bakasan !
… Hep bana muhtac olasan !
… İnim inim inleyesen !
… Saatin ve dakikan olmaya !
… Gözyaşların Fırat ola, Iraklara düşsün yola

Muhatabına Dualar:

… Ellerin gül toplasın !
… Sevesin sevilesin !
… En kötü gününde gülesin !
… Nur içinde ölesin !
… Yerin mekanın cennet olsun !
… Canımsın, kanımsın, hep orada kalasın !

 

Yeterse Yeter

Haziran 18, 2007

Bedualar ve ahlar yetiyse yeter de.. Yok hala sessizliğin vurduymazlığın gafletini yaşıyorsan sana yeni sabahlar dilemem yanlış olur değil mi?

SENİ GAFLETTEN UYANDIRMAK İÇİN HOKKABAZ MI OLAYIM YANİ..

 

Şimarık Cümleler

Haziran 19, 2007

Kralın çıplak olduğunu bir tek şairler ve çocuklar bilirler.. Nerenden yaraladıysa seni sözlerim, gerçekleri çırçıplak serdiği içindir.

Alınmanı istemem. Gerçeklerin her zaman acı olduğunu biliyor olmalısın. Senin gerçeklerin bu, sana acı geliyorsa eğer bazı şeyler, o halde kendini değiştir.

“Bana her zaman dürüst ol” dememdeki kastı anlamadan yanlışlar yaptıysan benim günahım yok gelişmelerden. Sen bu sonu davranışlarınla hazırladın.

Sen her zaman acılarımla oynadın. Acılarımı ve mecburiyetimi kendine malzeme yapman yanlış bir şeydi. Bana yanlış yaptın diyemezsin. Çünkü ben sözlerimi hayatın acı tecrübelerinden süzerek almışım. Kolay ve basit gelmesi senin alışık olduğun ve kangren haline gelen düşüncelerini yansıttığındandır.

 

Dar Günler ve İhmaller

Haziran 20, 2007

 

Zamanın yetersizliğinden vb. dem vururuz durmadan…

Zaman yeter efendim.

Yetiyor ve artıyor bile…

Bu artakalan zamanlar o kadar fazla olmalı ki artık fuzulî işler peşinde gezinip duruyoruz.

Bu vurdumduymaz yaşamın sonucu olarak; zaman ve insan bizde en ucuz iki kavram olarak gelip yerleşiyor hayatımıza..

Hayatımızın en anlamlı işler yaparak geçirdiğimiz zamanlarını toplasak kaç saat eder acaba?

Ne tür iş yaptığımızı ve kalitesini de sorgulamak gerekir.. Bu da ayrı bir konu.

Bunca zaman içinde yaptığımız ve insanı hiçe saydığımızın bir aynası olarak kabul göreceğimiz bir konu da İHMAL’dır. “İhmal” kelimesini o kadar açabiliriz ki bir kitap dolusu yazı çıkar. Bunların başında da bence “insanı ihmal” gelir. İnsanı ihmal etmek kadar kötü bir şey yoktur. Çünkü ihmal sonucu kaybedilen mal vb. maddiyatlar bir şekilde kazanılabilir, ancak ihmal sonucu kaybedilen insanı kazanmak bir daha mümkün olmuyor…

Bir Kürt atasözü vardır: “Bin dost azdır, bir düşman fazladır.” diye… Bizim dostlara ihtiyacımız var. Zaten kendi kendimize düşmanlığımız bize yeter. Bence insanların ihmalle kaybedeceği zamanı ve dostu asla yoktur.

Birbirimizi ihmal ederek, kaybedilen ve zamanın acımasız çarklarında ezilen dostlukları tekrar geri getirmek mümkün müdür acaba?

Şimdi başımızı ellerimizin arasına alarak şöyle bir düşünmeliyiz.. İhmal ederek kaybedeceğiniz kaç insanınız varsa onun bir listesini hazırlayın ve ihmal etmeye başlayın. Eğer ihmal etmeye başlamışsanız bu ihmale devam kararı alın ki bir daha onları bulmamak üzere kaybedin.

 

Suya Kazılan İmgeler

Haziran 21, 2007

Gecenin bilmem kaçı…

Kaç geçiyor aydınlık zamanları..

İçimde köpüren dalgalarla sahile vurmuş sandallardan taşan bir yığın günah gelip geçiyor törenle önümden.

Hepsi ağlamakla meşgul. Beni görmezden geliyor en büyüğü. Beni neden yalnız bıraktın mı diyor, yoksa bana neden sahip çıkmasın mı diyor… Beni neden işledin, beni neden peydahladın demiyor. Çünkü o günahları peydahlayanlar ben değilim…

Devam Edecek >>>

 

Burası Mabedim Burası Bursa

Haziran 22, 2007

Yüreğimi ezip büzdüren, kıvrımlı hayat yollarında derin izler bırakan şehr-i mukaddesim Bursa için şairin betimlemesine girmeyeceğim. Herkesin bakış açısı değişik olduğu muhakkak. Ayrıca benim için Bursa’nın apayrı bir yeri vardır. Şair kendince üstadvari bir şekilde yorumlamışsa da ben başka türlü görürüm şehri. Tek başına bir şiir olan Bursa için dizilen mısraların ne güdük kaldığını Bursa’da kısa bir zaman geçirdikten sonra hemen anlarsınız.

En vazgeçilmez dostlarım yine burada.

Manevi havası beni etkileyen birinci şehir olmasa da etkisi yıllarca devam eden ve her defasında bir başka büyüleyen kent olan Bursa için yıllar önce yazdığım bir beyit benim Bursa sevdamı sanırım iletmeye kâfi gelecektir.

“Kaldırımlarında kıvrılıp uyusam
Mahşer sabahında Bursa’da uyansam.”

Bursa yüreğimi taşımaya hazır bekliyor gibi. Ulu Cami eteklerimden baktığımda ulu bir dağın sinesini açarak beni beklediğini görüyorum.

 

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Haziran 2007 Notları / Ramazan Seydaoğlu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 91 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları